Türkçe’nin mihenk taşı Tefeyyüz 137 yaşında
Makedonya Türklerinin asırlık çınarı Tefeyyüz ilkokulu bugün kuruluşunun 137’inci yıldönümünü kutluyor.
Bu vesileyle Yazar Fahri Kaya’nın 1999 yılında Tefeyyüz okulu ile ilgili yayınladığı bir yazısını sizlerle paylaşıyoruz:
“Tefeyyüz” ve Edebiyatımız
Üsküplülerin baş tacı olan “Tefeyyüz”, kuruluşunun elli beşinci yıldönümünü kutluyor. Bu kutlamaya, kuruluşunun yerine yeniden çalışmaya başladığının, daha doğrusu İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yenilendiğinin elli beşinci yıldönümü dense, bence çok daha doğru olurdu; çünkü Üsküp’te aynı adı taşıyan bir okulun Osmanlı döneminde de çalıştığı bilinen bir gerçektir.
Son zamanlarda bu gerçeğin kanıtlaması yönünde kimi yazılı metinler de var. Örneğin, okulun 50. yıldönümü dolayısıyla yayınlanan ve bu okuldan mezun olanlara ait kitapta, kaynakçası pek belirgin olmayan bir veriye göre ilk “Tefeyyüz” okulu binası 1884 yılında Hilmi Bey Derala adlı bir zat tarafından inşa edilmiş. Daha sonraları yapı, Osmanlı devletinin yöneticileri tarafından satın alınıp “Tefeyyüz İptidai Okulu” kurulmuş. Böyle bir bilginin var olmasına rağmen Prof. Dr. Hamdi Hasan “Makedonya’da Türkçe Eğitim ve Abdülhakim Hikmet Doğan” adlı kitabında, Balkan Savaşları’na kadar Makedonya’daki Türkçe eğitimden söz etmesine rağmen Üsküp sancağında “Tefeyyüz” adlı bir okuldan bahsetmiyor. Ona göre 1885 yıllarında Üsküp’te sadece, “Faik Paşa”, “Yahya Paşa”, “Meddah”, ”Hafız Mahmut” ve “Şükrüye Enas” iptidaileri çalışmaktadır. Yani “Tefeyyüz” okulunu anmıyor.
Buna rağmen Osmanlı döneminde Üsküp’te bir “Tefeyyüz” okulunun varlığını inkar etmek hayli zor bir iş. Evet bugün böyle bir okulun eskiden varlığını belgelerle tam olarak kanıtlamak da kolay değil ama Üsküp’te “Tefeyyüz” adında bir okulun olmadığını iddia etmek de imkansız.
Eski Üsküplüler, 1884 yılında inşa edilen ve “Tefeyyüz” olarak bilinen okulun, 1919/20 öğrenim yılında, yani Sırp Hırvat ve Sloven kırallığın kuruluşundan sonra “Osman Cikiç” okulu olarak çalışmaya devam ettiğini hatırlardı. Tabii, okulda çocukların Türk olmalarına rağmen öğrenim Sırphırvat dilinde gerçekleşiyor. Sözün kısası Osmanlı döneminden eski “Tefeyyüz” bir Sırp devlet okulu oluyor. Vaktiyle “Ştipska” sokağında bulunan bu okul, içi karanlık ve okul için hiç de elverişli olmayan bir yapıymış. Okul, daha fakir ailelerin yaşadığı bir semtte bulunduğundan dolayı, öğrencilerin de durumu hiç iyi değilmiş. Kitap, defter alabilmek için bile maddi imkanları yokmuş. Ama buna rağmen başarıları kötü değilmiş. Okulda yedi sınıf varmış. Çocukların büyük bir kısmı Sırpça’yı bilmediklerinden dolayı her yıl iki hazırlık sınıfı açılırmış. Okul yönetmeni de o dönemin ünlü yazar ve düşünürlerinden Boşnak Nazif Resuloviç’miş.
İki Dünya Savaşı arasında Sırplar, Üsküp’te Türk çocukları için “Osman Cikiç”ten başka iki okul daha açmış. Bunlardan biri “Mehmed Sokoloviç”, ikincisi de “Vuk Karaciç” okulu. “Osman Cikiç” okulu döneminde kurulan “Mehmed Sokoloviç” okulu, Osmanlı zamanında “İptidai İrfan” okulu olarak bilinen binada çalışmaya başlamış. Yani “Osman Cikiç” okulu “Tefeyyüz”ün bir devamı sayılabiliyorsa “Mehmed Sokoloviç” de “İrfan” okulunun bir devamıdır. O zaman “Kıral Uroş” caddesinde bulunan bu okulun dört küçük sınıfı varmış, yönetmeni de Mirko Vukoviç adında bir Sırpmış.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da, çoğunlukla Türk çocuklarının ziyaret ettiği “Vuk Karaciç” adında bir okul daha var. Kimi verilere göre bu okul 1910 yılında Üsküp’teki genç Türkler ile belediyenin yardımıyla inşa edilmiş. Bu yüzden de Osmanlı döneminde okula “İttihat ve Terakki” adı verilmiş. Bu bilgi, okulun giriş kapısı üzerinde bulunan ve 1919 yılında Sırplar tarafından indirilen bir mermer levhadan yazılıymış. Okul “Vuk Karaciç” adını 1919 yılında almış. Aslında Balkan Savaşları yıllarında okul binası çok harap olduğundan birkaç yıl kullanılmaz halde, boş kalmış. Ancak 1914 yılından sonra, onarılınca yeniden çalışmaya başlıyor. Bu okul hakkında daha birçok bilgiler var. Örneğin, Sırp devlet okulu olarak çalışmaya başladığında, üç sınıfı varmış. Okulun avlusu ve etrafı çamurdan geçilmez olduğundan dolayı öğrenciler okula çok zor
gelebiliyormuş. Okulun yönetmeni Jivoyin Mladenoviç ile o dönem Üsküp Belediye Başkanı Spiro Haciristiç’in yardımlarıyla, çamurlar kurutulmuş, okul avlusuna da çekidüzen verilmiş.
1914/1915 ders yılında erkek öğretmenler savaşa gidince, okulda sadece kadın öğretmenler kalıyor. Balkan Savaşları yıllarında bina, hastahane olarak kullanılmak üzere, Amerikan Misyonuna bırakılıyor. Zamanla okula Bulgarlar el koyuyor. Bunlar okulun alt kısmını ahır, yukarı kısmını da, askeri depo olarak kullanıyor. Bu okulun karşısında bulunan “Lyubo Kovaçeviç” adlı okul “Vuk Karaciç” okulunun bir bölümü oluyor.
1944 yılında “Tefeyyüz” okulu sözü edilen “Vuk Karaciç” okulunda çalışmaya başladı. “Tefeyyüz” buradan ayrıldıktan sonra, okul gene eski “Vuk Karaciç” adıyla 1963 yılına kadar çalışmaya devam etti. Necdet Veli uzun yıllar bu okulun yönetmeniydi.
Eski, Kırallık Yugoslavya’da, Osmanlı döneminden kalma birkaç okul binası daha, Türk-Müslüman çocukları için okul olarak kullanılıyor. Eskiden “Humaşah Sultan” olarak bilinen okulun adı “Tsar Duşan”, ”Mektebi İptidaiye” olarak bilinen okul da, “Yovan Skerliç” adıyla Sırp okulları olarak çalışmaya başlıyor.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, daha büyük şehirlerde yeni açılan Türk okullarına, Osmanlı döneminde çalışan okulların adlarını vermek, aslında geleneğe dönmek ve bu topraklarda geçmişte de zengin bir eğitim hayatımızın varlığını ispat etmek demekti. Örneğin, bildiğim kadarıyla, Ohri’de açılan yeni okula Osmanlı döneminde bu şehirde çalışan Sinan Çelebi mahalle okulun adı verilmişti. 1944 yılında, Üsküp’te, Osmanlı dönemini yaşayan ya da o yılları anımsıyan ilk öğretmenler Ferid Bayram, Haşim Efendi, Hafız Mahir ve diğerleri yeni okula “Tefeyyüz” adını vermelerinin nedeni de bence, eski bir okulun adını yeniden yaşatmak dileğinden ileri gelmektedir.
“İrfan” okuluyla da durum böyle.
Elimde bulunan eski bir fotoğrafın arkasında, kendisini tezgahtar yardımcısı olarak tanımlıyan Tevfik Selim adında bir zat: “Bu fotografı “Tefeyyüz” okulunda, 21 Nisan 1923 yılında çektim” diye yazmış. Fotoğraftaki çocukların başlarında Hamidiye olarak bilinen fesler var. Ama öğrencilerin ortasında bulunan öğretmenin başında hiçbir şey yok. Giyim kuşamına bakılırsa öğretmenin Sırp olduğunu tahmin etmek zor değil. O
yıllarda Türkçe bir devlet okulunun varlığından da söz edilemez, böyle bir eğitim ocağının varlığı düşünülemez. Resmi olarak eski Türk okulu “Tefeyyüz” de yok. Okul yok ama vaktiyle bu adı taşıyan okul binası olmalı ki genç tezgahtar böylece yazmış. Okulun yeni adı olmasına rağmen, Üsküplüler okulu eski adıyla biliyor ve hep böyle adlandırıyor.
Evet, “Tefeyyüz”ün İkinci Dünya Savaşı’ndan önce, Osmanlı döneminde kurulduğuna dair elimizde yazılı bir belge olmasına rağmen bu okulun çok eski bir okul olduğu da kuşku konusu olamaz. “Tefeyyüz”ün yeniden çalışmaya başladığı ve yarım
yüzyılı geçen etkinliğini büyük bir ilgiyle izleyen nadir kişilerden biriyim. Bu da az bir dönem değil. Okulun bugünkü Yahya Paşa camii yanındaki okulda çalıştığı ilk yıllar anılarımda canlı olarak yaşıyor. Buradan geçici bir zaman için başka bir binaya taşındı. Bundan sonra, bugünkü Adliye Sarayı binası yanında yeni bir yapıya geçti. “Tefeyyüz” bu binadayken dört yıl okulun yüksek sınıftaki öğrencilerine Türkçe derslerini verdim.
1963 yılındaki depremden okulun yeni binası yıkılınca, “Tefeyyüz” çok geçmeden bugün hala ayakta duran ve Filoloji ile Felsefe fakültelerinin arkasında bulunan, prefabrik bir binaya yerleşti. 1976 yılına kadar okul bu binadaydı. O yıl “Tefeyyüz” Hacı Şeyh meydanlığında, Rufai tekkesi yanında inşa edilen yeni ve eskisinden daha güzel bir yapıya taşındı. Okul bugün de bu binada çalışıyor.
Okulun, 1944 yılının Aralık ayından günümüze kadar çok başarılı yönetmenleri, kendilerinden sonra gelen kuşaklara örnek olabilecek, mesleğine aşık, becerikli öğretmenleri vardı. Okulun yönetmenleri arasında; Hıvzi İdriz, Mustafa Karahasan, Kevser Seyfullah, Haşim Efendi, Hilat Selim, Arif Ago, Yusuf Hamza, Recep Murat, İsmiye Şaban, Nevin Ago, Nazliye Selman vardı bugün okulun müdürü Gönül Bayraktar. Bu okulda çalışan saygın öğretmenlerin ise listesi çok uzundur. Bu okuldan çıkan binlerce öğrenci arasında bugün özel olarak Türkiye’de, sayıları kabarık doktor, mühendis, hukukçu, iktisatçı ve başarılı iş adamı var. Sadece Üsküp’te değil, Makedonya’daki diğer Türk okulları arasında çok yüksek bir aşamaya varmış saygın okuldur. “Tefeyyüz”, bu topraklarda yaşamını sürdürmeye karar veren halkımızın eğitimdeki başarılarını ıspatlayan örnek bir simgesidir. Artı, bu okul bu topraklarda dilimizi koruyan, yaşatan ve yayan çok önemli bir kurumumuzdur.
Osmanlı döneminin son yıllarında Üsküp’te medrese olarak Meddah, İsa Bey, Kebir Mehmed Çelebi, Mustafa Paşa, Yahya Paşa, Arap Hoca, Hafız Nuhi, Rahçeli Haci İsmail Ağa adlı medreselerini ve Yahya Paşa, Meddah, Hafız Mahmut, Şukriye Nas, Fevziye ve Faik Paşa İptidaiye mekteplerinin çalıştığına dair bilgiler var. Bunların dışında Üsküp’te, Humaşah Sultan ve İnasi Rujdiye adında kız lisesi ayarında rujdiye ile idadiyenin (daha sonra öğretmen okulunun) çalıştığı da biliniyor. 1963 yılındaki Üsküp depreminden sonra, onarabilecek durumda olmasına rağmen yıkılan İdadiyede Osmanlı Edebiyatı, kültürü ve siyasetinde iz bırakan birçok genç öğrenim görmüştür. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Türkiye Cumhuriyeti’nin Dışişleri Bakanlığı görevinde bulunan Tevfik Rüjdü Aras da bu okulun öğrencilerinden biriydi. Osmanlı döneminde Üsküp’ün İslahanedeki park yanında bulunan Sanat Okulu’ndan başka şehirde bir de Ziraat Mektebi vardı. Osmanlı döneminden bazı okullar, Krallık Yugoslavya döneminde de, kısa bir süre olsa dahi, etkinliğini sürdürüyor. Bu okulların çoğu İslam Birliği’nin himayesi altında çalışıyor. Üsküp’te, iki Dünya Savaşı arasında sibyan mekteplerin de sayısı artıyor.
Bu yazıyı karalarken “Tefeyyüz”de çalışan öğretmen ve yazarlarımızın, okulla ilgili anı türünden bir şeyler yazıp yazmadıklarını araştırdım. Okulun etkinliğini, önemini değerlendiren birkaç yazı buldum. Örneğin: bu okulun öğretmeni ve yazarımız Cevahir Selim, 1975 yılında “Tefeyyüz” Okulu Otuz Yaşında başlıklı yazısında ilk yıllardan beri bu okulda çalışan öğretmenlerin mutluluk ve çilelerinden söz ediyor. Öğretmenlerin okulun kuruluş yıllarında sadece öğrencilere dönük, dört duvar arasında kalmadıklarını, Türk halkının aydınlanması için çeşitli etkinliklerde bulunduklarını, hatta kar buz demeden öğrencilerini evlerinde ziyaret ettiklerine dair çok ilginç bilgiler verirken, görevlerinin kutsal bir görev olduğunu akıllarından hiçbir zaman çıkartmadıklarını söylüyor. Karşılaştıkları güçlükleri yenebilmek için ne yaptıklarını bakın nasıl anlatıyor:
“1950 yılında dördüncü sınıfı idare ediyorum. Sınıfta öğrenci sayısı çoktu. Elimizde ise sadece bir okuma kitabı vardı. Dergi filan yoktu. Ders programı da oldukça genişti. Benim elime geçen, Makedonca, Sırpça kitaplarından dersleri Türkçe’ye çeviriyordum.
Böylece biraz olsun ihtiyaçlarımızı gidermiş oluyordum.”
“Tefeyyüz”de, kuruluşundan itibaren, kimi istisnalar dışında, onurlu öğretmenler ordumuzun gözde olan ve toplumumuzda derin izler bırakan eğitimciler çalıştı. Bu okulda birçok yazarımız da ders verdi, emek harcadı. Kuruluşunun ilk yıllarında daha bu okulda, Türkçe derslerini bizde ilk dilbilgisi yazarlarından biri olan Hıfzi İdriz yanı sıra hikayecimiz Hüseyin Süleyman ve şiirlerinde güzelim Türkçe’nin ilk tadını hissetiğimiz
şair Enver Tuzcu veriyordu Edebiyatla uğraşan Halit İsa da bu okulda çalıştı. Burada gene, şairlerimizden İlhami Emin ile yaratıcı dosyesini tamamlayamadan aramızdan ayrılan Mahmut Kıratlı vardı. Edebiyatımızda ilk hikayeci olarak bilinen Mustafa Karahasan birkaç yıl “Tefeyyüz” okulunun yönetmeni oldu. Gene edebiyatımızda hikayeci olarak yer alan Recep Murat da uzun yıllar bu okulda Türkçe derslerini verdi, okulun yönetmeni görevinde bulundu. 1956 ile 1960 yılları arasında Hıfzı İdriz ile Enver Tuzcu’nun Türkiye’ye göç etmeleriyle boşalan ve o dönem okul yönetmeni olan Kevser Seyfullah’ın ısrarı üzere Necati Zekeriya ile birlikte dört öğrenim yılı bu okulun yüksek sınıflarında Türkçe derslerini verdim. Yayınladıkları hikayelerle Makedonya Türkleri edebiyatı olarak adlandırdığımız mozaikte birer ziynet taşı olan Cevahir Selim ile Humaşah Vardar’ın da bu okulda yüzlerce çocuğun eğitim ve bilgi sahibi olmaları için katkıları saygıya değerdir.
Görüldüğü gibi yazarlar ordumuzun birçok kalem eri bu okulda ders vermiş okulu yönetmiştir. Ayrıca “Tefeyyüz”ü bütünleyip de yazıyla uğraşan daha genç kuşak yazarlarımızın da sayısı az değildir. Örneğin, şiir ve hikaye kitapları olan Fahri Ali, Avni ve Suat Engüllü kardeşler, İrfan Bellür, Alaettin Tahir, Güler Selim, Enver İlyaz, Melahat Engüllü, Leyla Hüseyin, Oktay Ahmed, Halise Hasan, Tülay İbrahim, Rıfat Emin, Yusuf Edip gibi ad yapmış ve edebiyatımızı kitaplarıyla zenginleştirmiş yazarlarımız bu okulun öğrencileridir. Bunlar yanısıra bugün kendilerini “Üçüncüler diye” adlandıran birçok kalem erbabı da bu okulun sıralarından çıktı.
Edebiyatımızda çocuklar için yazılan şiir ve hikayelerin neden ağır bastığını ve bizdeki edebiyatta çocuk edebiyatı dediğimiz türün neden ayrı bir yer aldığı sorularına verilmesi gereken cevabı diğerleri arasında yazarlarımızdan büyük bir kısmının uzun yıllar öğretmen olarak çalıştıkları gerçekte de aramak gerek. Meslek icabı yazarlarımız çocuk dünyasıyla daha yakından ilgilenmiş ve bunların ruhsal durumlarıyla daha iyi tanışmak fırsatını yakalamışlardır. Böyle bir durum ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra aydınlarımız arasında hep bir şeyler yapmak, bir şeyler yaratmak heyecanı, kimi öğretmenlerimizin ilk şiir ve hikayelerini bu mesleğin emekçileri oldukları yıllarda
yaratmalarına neden olmuştur. Bu yüzden ele aldıkları temaların büyük bir kısmını, her gün birlikte oldukları öğrencilerin yaşamından alınmıştır. Bu gerçeğin ne denli doğru olduğunu algılayabilmek için, ilk kuşak demeyeyim de, daha yaşlı yazarlarımızın ilk kitaplarına bir göz atmak yeter bence. Tabi, bu gerçek yazarlarımızın sadece öğretmen olarak çalıştıkları ve öğrencileriyle beraber yaşadıkları olaylardan esinleşerek yazdıkları anlamına gelmemeli. Ben sadece yazarlarımızın, özel olarak “Tefeyyüz”de yıllarca çalışan öğretmenlerimizin yaratıcılığında mesleklerinin büyük önem taşıdığını vurgulamak istiyorum.
“Tefeyyüz”ün bu okulda çalışan yazarlarımız için çok iyi bir zemin olduğunu söylerken, öğretmen yazarlarımızın da, bu okulda edebiyatın ayrı bir yer alması bakımdan önemli katkıda bulundukları gerçeği de hatırlatmak gerek. Bu öğretmen-yazar
arkadaşlarımız, “Tefeyyüz”de çalıştıkları yıllarda Türkçe derslerinde edebiyata ayrı bir önem, değer verdi. Bundan dolayı da öğrencilerde şiire ve hikayeye karşı büyük bir sevgi vardı. Bu öğretmenlerimizin girişimiyle okulda sık sık edebiyat saatleri düzenleniyor, öğrenciler yazı yazmaya yönlendiriliyor, yazdıkları da duvar gazetesinden başlayarak dönemin gazete ve dergilerinde yayımlanıyordu. “Tefeyyüz” okulunun şapilograf tekniğinde yayınlanan ve öğrenciler tarafından düzenlenen “Sesler” adında bir edebiyat dergisi de vardı. Daha yüksek sınıftaki öğrenciler tarafından yönetilen bu derginin sayfalarında, bugün yazar olarak saygınlığa sahip olanlar da ilk şiir ve hikayelerini yayınlamıştı.
Geçmişte, “Tefeyyüz”de bir edebiyat tutkusu vardı. Sadece öğrenciler değil, halk için de düzenlenen edebiyat saatleri, okulda olduğu gibi şehirdeki Türkler arasında da bir edebiyat havasının esmesi için çok önemli bir eylemdi.
Sözün kısası, yeniden çalışmaya başladığı geçen elli beş yıllık “Tefeyyüz” ile edebiyatımız arasında sıkı bir bağ ve büyük bir kaynaşmanın olduğunu söyleyebiliriz. Bu okulda çalışan öğretmen-yazarlarımız, “Tefeyyüz”den sadece bir eğitim ocağı olarak değil aynı zamanda bir kültür merkezi olarak yararlanmış, öğrencilerin, her günkü yaşamlarından esinleşerek yazdıklarını, gene ilk olarak esinleştikleri ortamda okumak fırsatını bulmuşlardı. “Tefeyyüz” de, doğrudan doğruya ya da gıyaben edebiyatımızın ve özel olarak çocuk edebiyatımızın, gelişip daha yüksek aşamaya varması için çok elverişli koşullar vardı.
Evet, “Tefeyyüz” ile edebiyatımız arasında sıkı bir alışveriş, karşılıklı, çok yönlü ve yararlı bir bağ vardı. Ama son yıllarda durum oldukça değişti gibime geliyor. Bugün “Tefeyyüz”de yazar demeyeyim de kalem oynatan bir öğretmen göremiyorum,
böyle bir kişinin var olduğunu işitmiyorum. Yoksa yanılıyor muyum?!
Edebiyatımızın sadece bu okulda mı eski yerini, şöhretini kaybetti diye soran olabilir. Doğru. Ama buna, edebiyatımızdan sadece okullarımız mı el kaldırdı diye başka bir soru da eklenebilir. Edebiyatımız ve okullarımız birbirinden ayrı iki dünya
olmak yolunda.
Bu yazının amacı kanayan yaralarımızdan biri olan edebiyatımız ve okullarımız arasında ilişkiye dokunmak değil, sadece yıllar boyunca “Tefeyyüz” ile edebiyatımız arasındaki gıpta edilecek karşılıklı alışverişi hatırlatmak, bu alışverişte öncülük yapan öğretmen – yazar arkadaşları saygıyla anmaktı.
Fahri Kaya
(Aralık, 1999 yılı)
“Şafak Sökerken” (Yeni Balkan Yayınları, Üsküp, 2010) kitabından alıntı
- Bu haber 15-10-2021 tarihinde yayınlanmıştır.