Nermina Çoroviç: “İlimle uğraşmak hepimizin temel ve önemli amaçları arasında yer almalı”
Boşnak bir baba ve Türk bir annenin kızı olarak dünyaya gelen Nermina Çoroviç, Türk diline, Türk kültürüne karşı duyduğu sınırsız sevgisiyle, bu anlamda önemli çalışmalara imza atıyor. Türk dili ve kültürünün yanı sıra yayınladığı kitabıyla Türk romanında Bosna ve Boşnakları anlatan Nermina Çoroviç, bu hususta önemli bir çalışmayı gün yüzüne çıkardı. Kısa bir zaman önce Türkiye’de kitabı yayınlanan ve şimdi Türkiye’de doktorasını yapan Nermina Corovic ile röportaj yapma fırsatı yakaladık. Kendisiyle yaptığımız konuşmamızı siz okuyucularımıza sunuyoruz.
Bize kendinizi tanıtır mısınız?
“Boşnak bir baba ile Türk bir annenin kızıyım. Farklı etnik ve dini unsurların bir arada yaşadığı yaygın bir şekilde Boşnakça, Türkçe, Arnavutça ve Makedonca konuşulan bir iklimde büyüdüm. Kadim bir Türk şehri olan Üsküplüyüm. Liseyi Makedonca eğitim veren “Arseni Yovkov” lisesinde bitirdim. Türkçe’nin ses ve manasını, bizim için hangi anlamları içerdiğini aile ortamında idrak ettim. Üsküp Aziz Kiril ve Metodiy Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü ile Üsküp Yunus Emre Enstitüsü, Türkçemin gelişmesinde önemli katkılar sundular. Bunun yanında izlediğim Türk dizi ve filmleri ile okuduğum Türkçe kitapların Türkçeye, Türk kültürüne ilgimi arttırdığını özellikle belirtmek isterim. Lisans eğitiminden sonra Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı yüksek lisans bursunu kazandım. Yüksek lisansımı, eski adıyla Gazi Üniversitesi, yeni adıyla Hacı Bayram Veli Üniversitesi’nin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladım. Aynı şekilde YTB Bursunu kazanarak Doktora eğitimine başladım. Geleneksel Türk sanatlarından ebru ve hat sanatının yanında resim ve müzikle de ilgileniyorum. Mesut tesadüflerin sevkiyle -buna sırr-ı kader de diyebiliriz- Osmanlı tarih ve edebiyatının yanında Balkan dilleri, tarihi, edebiyatı ve kültürüne dair okumalar, araştırmalar yapıyorum. Herhalde kendime dair bu kadar bilgi yeterli olur.”
Türkiye’de “Türk Romanında Boşnaklar” isimli kitabınız yayınlandı. Kitabınız hakkında bilgi verir misiniz?
““Kurgu ve Hakikat Arasında: Türk Romanında Bosna ve Boşnaklar” adıyla Kitapyurdu’na bağlı Yedisu Yayınlarından çıkan kitap, esas itibariyle benim yüksek lisans tezimin kitaplaşmış halidir. Nasip oldu, tezi bazı ilave ve tashihlerle yayınlamış olduk. Kitap bir tarafıyla Bosna tarihi ile Boşnak kültürünün romanlar üzerinden incelemesidir. Yani kısa Bosna-Boşnak tarihi de diyebiliriz. Eserde özellikle Cumhuriyet Dönemi Türk Romanında Bosna ve Boşnakların ele alınış tarzını inceledim. Balkanlardaki Müslüman milletler arasında yer alan Boşnakların ve ülkeleri Bosna-Hersek’in Cumhuriyet Devri Türk Romanına hangi yönleriyle yansıdığını gözler önüne sermeye çalıştım. Romanlarda bu meselenin ele alınış tarzını değerlendirirken Bosna tarihi, dili-edebiyatı ve kültürüne dair eserlerle de karşılaştırma yaptım.
Kitabın içinde yer alan konu ve başlıkları kısaca söyleyecek olursam ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Bosna-Hersek’in Osmanlı, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Yugoslavya dönemindeki idare tarzı; 93 Harbi’nin Bosna ve Balkanlar üzerindeki etkileri; Avusturya ve Rusya’nın Bosna politikası, Panslavizm, komitacılık faaliyetleri, göçler; Mahut Bosna Savaşı’nın ve Bosna coğrafyasının hangi yönleriyle yansıdığı eserin ilk bölümünde inceleyip değerlendirdiğim konular arasında. İkinci bölümde ise Boşnakların dini, dili, gelenek-görenekleri, diğer etnik unsurlarla münasebetleri, Bosna’daki dini hayat ve romanlardaki Boşnak kökenli kişileri inceledim. Tabii bütün bunları yazarların zihniyetleri ve tarihi gerçeklikle ilgisi bakımından da ele almaya çalıştım. Malumunuz, Boşnaklarla Türklerin kaderi on altıncı yüzyılda kesişiyor. Neredeyse 6 asırdır Türklerle Boşnaklar arasında dini, etnik, sosyal, siyasi ve kültürel açıdan derin, kopmaz bağlar var. 1908 sonrası bu ilişki farklı bir çerçeveye bürünmüştür. Araya sınırlar, mesafeler girse de Türk insanı Bosna’da olup bitenleri yakından takip ederken Bosna’da ve sair coğrafyalarda yaşayan Müslüman Boşnaklar da daima Türkiye’yle aralarındaki tarihî ve kültürel bağları korumuşlardır. Kitap bu bağlamda bir tarafıyla bu bağların, bu ilginin hikâyesi gibidir.”
Kitabın yayınlanmasının özel bir hikâyesi var mı? Yayınlamaya nasıl karar verdiniz?
“Aynen insanlar gibi kitapların da bir kaderi olduğu söylenir. Tezin kitap şekline bürünmesi bir anda ve beklediğimden çok daha çabuk oldu bitti aslında. İnsanın kendi eserinden bahsetmesi biraz zor, malum kişinin kendi eserini övmesi de pek hoş karşılanmaz ama ben okuyucuların affına sığınarak yayın sürecini kısaca anlatmak isterim. Yüksek lisans tezimi tamamlayıp savunmaya hazırlanırken zaman zaman fikirlerine müracaat ettiğim İstanbul’dan kıymetli bir hocamıza tezi gözden geçirip değerlendirmesi için göndermiştim. Hocanın Balkanlarla bağı çok kuvvetli ve çok sayıda inceleme-araştırma eseri vardı zaten. Hoca, teveccüh gösterip bazı yayınevlerinin editör ve genel yayın yönetmenlerine çalışmamdan bahsetmiş. İşte ilginç bir şekilde daha henüz tezi jüri önünde savunmadan birkaç yayınevi savunma sonrasında yayınlamak istediler. Savunma sırasında da hocalarımız sağolsunlar lütfettiler, içeriği ve inceleme tarzımızı beğendiler. Konunun öneminden ve alanın getirdiği katkılardan ötürü kitap olarak yayınlama tavsiyesinde bulundular. Tezi savunup Ankara’da Doktora kayıt süreciyle ilgilenirken İstanbul’da tez matbaaya verilmişti bile...”
Yayınladığınız ilk kitabınız mı? Kitabınız yayınlandığında neler hissettiniz?
“Evet, ilk kitabım. İnsanın eksik ve kusurları olsa bile eseri çocuğu gibidir derlermiş eskiler. Farklı bir duygu. Ailemi ve hocalarımı ve bana destek verenleri mahcup etmeme, onları gururlandırma duygusunun yanında eser sahibi kimselerin isimlerinin yanına kendi adımı da eklemiş olmak gerçekten tarifi imkânsız bir duygu. Beni ilk duyduğum andan beridir çok etkileyen bir söz var: Eser sahibini toprak yemez. Diğer bir deyişle insanoğlu gelip geçicidir ama eseri baki kalır. Benim hayatımı da yönlendiren bir bakış açısıdır bu bir yönden. Türkiye Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi’nin nezih ortamında tezle ilgili çalışmalarımı yürütürken hep bu duyguları hissetmiş, beslemiştim. Yayınevi kitabı gönderince, yani eser elime ulaşınca bu manada ayrı bir sevinç yaşadım.”
Türkiye’de hangi alanda doktora yapıyorsunuz? Doktora eğitiminiz nasıl gidiyor?
“Yeni Türk Edebiyatı sahasında Doktora yapıyorum. 1860’dan günümüze kadarki Türk Edebiyatı yani. Halihazırda ders dönemindeyim. Haftalık okumamız gereken kitaplar, makaleler var. Takip ettiğimiz dersler… Bunun yanında hazırlamamız gereken sunum ve makaleler… Yoğun ve yorucu bir süreç bir tarafıyla ama kendi adıma memnunum. Okudukça, araştırdıkça bilme, öğrenme iştiyakım artıyor. Bilindiği üzere her kitap ayrı bir dünyadır. Farklı konular, farklı meseleler, zihniyetler, farklı bakış açılarını içeren bir dünya… Bilmediğiniz ama bilmek istediğiniz bambaşka dünyalarla karşılaşıyorsunuz yani. Yazarlar, fikirler, zihniyetler, türler ve meselelerle uğraşmak hoşuma gidiyor. Bir nevi bulmaca çözmek, yapboz yapmak gibi…
Kitapların daha sade, dingin ve huzurlu bir dünyası var. Bu bağlamda kitapların dünyası her zaman insanların dünyasından daha sahici ve samimi geliyor bana. Doktora sürecinin yanında bir yandan da Osmanlı Türkçesiyle uğraşıyorum, onu geliştirmeye çalışıyorum.”
Gelecekte ve yakın zamandaki planlarınız nelerdir?
“Öncelikle Türkoloji sahasında olabildiğince çok şey öğrenmek istiyorum. Doktora sürecini elimden geldiğince iyi bir şekilde tamamlamak istiyorum yani… Daha sonra ülkeme dönüp Türk dili, edebiyatı ve kültürü sahasında çalışmak gibi bir amacım var. Daha iyi bir dünya, daha iyi bir Kuzey Makedonya için uğraşmak istiyorum. Türkiye ile ülkem arasındaki kültür, dil ve sanat bağlamındaki ilişkilerin daha da gelişmesi için akademi ve yayın sahasında çalışmalar yapmak gibi bir planım da var. Kısmet olursa tabii… Bu sıralar Boşnakça kaleme alınmış bazı eserlerin çevirileriyle de uğraşıyorum. Bakalım, bekleyelim, görelim…”
Başarılı olmak için gençlere, gelecek nesillere neler tavsiye edersiniz?
“Estağfirullah, tavsiye makamında değilim ama şahsi tecrübelerimden hareketle birkaç öneride bulunabilirim. Aslında başarı çok da önemli değil. Önemli olan iyi bir kul ve iyi bir insan olmak. Bununla birlikte ilimle uğraşmak hepimizin temel ve önemli amaçları arasında yer almalı. Kendimi de dahil ederek söyleyeyim, gençlerimiz hangi işle uğraşırlarsa uğraşsınlar yaptıkları işin en iyisini yapmak için çaba sarf etsinler. Biz gençler kısa sürede çok şeyler yapmak istiyoruz ama bu işin oluru, tarzı bu değil malum. İnsanın amaçladıklarına ulaşabilmesi çoğu zaman meşakkatli bir yolculuğu göze alabilmesiyle bağlantılıdır. İnsanın hedefleri olmalı, bu hedeflere ulaşmak için de sabır, irade ve çok çalışma gibi yoldaşları olmalı. Zamanını ideallerle bağlantılı bir şekilde planlayıp tasarruf etmeli… Geçici olana değil kalıcı olana odaklanmalı. Hiçbir vakit vazgeçmemeli, pes etmemeli… Olanı olduğu gibi kabullenmemeli. Kuzey Makedonya’daki Müslümanlar kendilerini iyi yetiştirmek ve seçtikleri meslekte en iyisi olmak, en iyiye talip olmak zorunda. Bu bizim kendi inancımız, dilimiz ve kültürümüze sahip çıkmaktan sonraki en önemli vazifemiz. En iyi doktorlar, mühendisler, bürokratlar, esnaflar, öğretmenler, yazarlar vs. bizden çıkmalı. Bunun gerçekleşebilmesi için de iyi bir eğitim almak gerekir. Ve aynı zamanda manevi-ahlaki değerlere sahip olmak… Ahlak ve maneviyat her zaman en önemlisi. Günün ve tarihin bize yüklediği gereklilik ve sorumluluk da budur bence. Herkes hem bugünkü hem de gelecekteki nesiller için lütfen bu sorumluluğun bilincinde olsun. Farklı durumların, hesapların veya menfaatlerin Balkan Müslümanları arasındaki birliğe halel getirmesine izin vermemeliyiz.”
Son olarak neler eklemek istersiniz?
“Çok sevdiğim bilge liderimiz Aliya İzzetbegoviç’in, ruhu şâd olsun, çok önemsediğim birkaç sözüyle daha doğrusu tavsiyesiyle sohbeti nihayete erdirelim isterseniz: “Geçmişi unutmayın ama onunla da yaşamayın. Her şeye kadir olan Allah’a and olsun ki köle olmayacağız. Balığın suda yaşaması gibi dünyanın içinde yaşadığı çevre Kur’an ve İslâm’dır. Sloganımız şu: Kendinden olanı sev, ötekine saygı göster. Hayat, inanan ve salih ameller işleyenler dışında hiç kimsenin kazanamadığı bir oyundur. İslâm korkakların değil cesur ve atılgan Müslümanların omuzlarında yükselecektir.”
Kıymet verip bu röportajı yaptığınız için çok teşekkür ederim, sizlere ve okuyucularınıza sağlık ve esenlikler dilerim.”
Melek Süleyman
- Bu haber 24-02-2022 tarihinde yayınlanmıştır.