Tikveşli bilim insanı “Medeniyet Dili Olarak Türkçe” diyor
BALKANNAME
Dr. Öğr. Üyesi Zeki GÜREL
Balkan Yazarlar Birliği Kurucu Üyesi
Anne tarafından Kuzey Makedonya’nın Tikveş bölgesinden İzmir’e gelip yerleşen bir ailenin oğlu olan Doç. Dr. Mehmet Fatih Doğrucan, 8 Haziran 1976 İzmir doğumludur. Liseyi İzmir’de okuduktan sonra aynı şehirdeki Eğe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümünde lisans eğitimini 2004 yılında tamamladı. Yüksek lisansını Ankara’da Gazi Üniversitesinde Felsefe Anabilim dalında 2007 yılında, doktorasını ise Isparta’da Süleyman Demirel Üniversitesinde Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim dalı Mantık bilim dalında yaptı (2013).
Çalışma hayatına ise TRT’de İzmir Bölge Müdürlüğü bünyesinde belgesel yazarı ve program danışmanı olarak başladı. Akademik hayata geçişi de Süleyman Demirel Üniversitesine bağlı Uşak Meslek Yüksek Okulunda Radyo-Televizyon Programcılığı bölümünde oldu. 2013 yılında da Antalya’da Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünde Bilim Tarihi ve Felsefe Anabilim Dalında Doçent olarak göreve başladı. Doç. Dr. Mehmet Fatih Doğrucan, halen bu bölümde bölüm başkanı olarak çalışmaktadır.Bildiri ve makalelerinin yanı sıra kitap olarak da yayımlanmış eserleri bulunan Doğrucan’ın biz bu yazımızda “Medeniyet Dili olarak Türkçe” isimli kitabını tanıtacağız. Bu eser, dil-bilim ve dil felsefesi haricinde bir yöntem arayışı yani dilci felsefe etkinliğidir. Bu eserin merkezi de konusu gereği Türkçedir.
Doç. Dr. Mehmet Fatih Doğrucan, Medeniyet Dili Olarak Türkçe Dilci Felsefe İle Başlangıç ve Yöntem Arayışı, 2. Baskı, Ankara 2020, 276 s., Altınordu Yayınları.Doç. Dr. Mehmet Doğrucan diyor ki: “Öncelikle bu eser dilbilgisi kitabı değil bir felsefe kitabıdır. Bu eserin metodolojisini belirleyen disiplin filoloji değil, felsefe üslubudur. O sebeple bu kitap dilci felsefe yapma derdiyle yola çıkmıştır. Eserimiz, Türkçenin varlık (ontoloji) ve bilgi (epistomoloji) hakkında, yetkin olup olmadığını açıklamaya çalışmakla ilgilenmektedir. Birçok insan bunun ideolojik bir milliyetçilik faaliyeti olduğunu düşünebilir. Aslında bu çalışmayla hedeflenen şey, Türkçenin kendi kültürel kurgusu ve varoluşu hakkında hiç düşünülmemiş olduğunun keşfedilmesini sağlamak ve bu yolla dizilimsel (sentaktik) ve yapısal (morfolojik) incelemelere hapsedilmiş anlam-bilimsel (semantik) dehlizlerini derinleştirerek antropolojik ve sosyolojik çalışmalara ışık tutabilmektir. Kim bilir belki bu yolla Türkçeye ait kelime ve cümle yapılarının, anlamlarının ve kullanımlarının zaman içinde uğradığı değişikliğin, bizlere tecrübeye dayalı bir tarih bilinci verip vermeyeceğini tartışmış oluruz. Kaldı ki eserin antropoloji, sosyoloji sapaklarına sapmasına hiç müdahil olmadık. Yolda kaybolacaksak da kaybolalım bakalım dedik ve ortaya farklı iddialar zinciri çıkmış oldu. Aslında ciddi iddialarda bulunduk ve bu eser bizi, daha şimdiden ikinci eser için yola çıkardı.
Kelimelerin tarih içerisinde izlediği anlam değişiklikleri (pragmatiks), bize yeni bir tarih metodolojisi imkânı sunduğu gibi ait olduğu dilin arkeolojisini de yapma imkânını sağlar. Maalesef tarih bilincimiz, daimi olarak muzaffer olaylar ve diğer kültürler karşısında elde edilmiş bir takım başarılardan ele alınarak yorumlandığı için olgular yerine olaylar tarihiyle ilgilenmek zorunda kalıyoruz. Böylece dil-bilimsel manada kavramlarımızın tarihsel seyrini gözden kaçırırken, onun inşa ettiği düşüncelerimizin de seyrini gözden kaçırıyoruz. O sebeple bu eserin amacı Türk düşüncesinin belirginleşmesi açısından, olaylar yerine olgularla ilgilenmek ve tarihi süzgeç içinde düşünceyi işleme biçimini berraklaştırarak onun, felsefe ve bilim imkânı sağladığına dikkat çekmektir. Türkçe hakkındaki önyargıların da sebebini tahlil etmedik. Biz bu eserimize çok güveniyoruz. Okuyucuya da keşif imkânı sunabileceğini düşünüyoruz. İspata ihtiyaç duyulan şüpheleri ise örgütleyebileceğimizi ifade ederken, gramer ve kelime yapısının sadece kullanım olarak ezberle tüketildiğini, hâlbuki anlamına vakıf olunduğu anda felsefe ve bilim dünyasında devrim ile karşılaşmanın kaçınılmaz olduğunu iddia ediyoruz.”
Medeniyet Dili Olarak Türkçe kitabı giriş hariç üç bölümden oluşuyor. Birinci bölümde(s.51-115) genel dil yaklaşımları anlatılırken dilin felsefe tarihi içerisinde incelenme süreci; eskiçağ, ortaçağ, Rönesans, 17. Ve 18. Yüzyıl, 19. Ve 20. Yüzyıl üzerinden değerlendirme yapılmış ve sonrasında da dilin mantık yerine idamesi, felsefeden edebiyata geçiş ve yansımalar ele alınmış, sonunda da Türk Dili ile ilgili yaklaşımlara yer verilmiştir.
İkinci bölümde “İktidar Aracı Olarak Dil ve Türkçe” başlığı altında şu konulara yer verilmiş (s.116-195):
.Türkçeye Karşı Duruş Sergileyen Anlayışlar.
.Türkçeye Orientalist karşıtlık.
.Türkçeye Arap, Fars Kültürlerinden ve İç Dinamiklerden İtirazlar.
.Türkçeye İdeolojik Bakış.
.Türkçe ve Çalışmaları İçin Spesifik Sınırlandırıcılık Durumu.
.Batının Sosyal Bilim Metodolojisinde Çürümeler ve Yanlış Tarihsel-Kültürel Okumaların Tespiti.
Üçüncü bölümde (s.196-263)“Türkçe İle Bilim-Felsefe ve Sanat Mümkün mü?” Sorusuna cevap aranırken; bilim dili olarak Türkçe, Sanat dili olarak Türkçe ve fesle dili olarak Türkçe konuları üzerinde durulmuştur.
Sonuç kısmında da yapılan tespitlerin ve varılan sonuçların ortaya konduğunu görüyoruz. Burada belirtilen hususlar üzerinde ısrarla tefekkür edilip her biri ayrı ayrı ama büyük resmi görerek ve onu hedefleyerek üzerinde durulması, araştırılması, tartışılması gereken konulardır diye düşünüyoruz. Kitabın kaynakçası da bu alanda yeni çalışmalar yapacak olanlara da yol göstermesi açısından önemli künyeler içeriyor.
Türkçenin dil-bilimsel çalışmaların tekelinden sıyrılması gerektiği kadar, dil-bilimsel çalışmaların da incelemelerden fazlasına yönelmesi elzemdir. Yapısal incelemeler ışığında, fonetik, morfolojik çalışmalar, dil hakkında açıklayıcı olabiliyorken, somutlaştırma faaliyetleri sebebiyle, somutlaşmayan bazı açmazlar da, çalışmanın tıkanıklığına sebebiyet verebiliyorlar ki, Türkçe açısından en büyük meselelerden birisi budur. Bu neden en büyük meseledir? Çünkü Türkçenin kavramsal çözümlemeleri eksik kaldıkça, Türk hakkında en büyük anahtar eksik kalmaktadır.
Dil, kendisi de bir kültür unsuru olmakla birlikte, bir milletin kültürel yaratımlarının da taşıyıcısı konumundadır. Bir milletin maddî-manevî bütün kültürü, anlam dünyası o milletin dilindedir ve dil vasıtasıyla kuşaklara aktarılır ve taşınır. Ve yine dil, bize o milletin tarihî serüvenini anlamakta yardımcı olur. Çünkü dil ve anlam çalışmalarında açıkça gördüğümüz üzere, dilsel ifadelerin kullanımı ve ortaya çıkan anlam dünyası, o dilin kullanıldığı şartlarla belirlenmektedir. Böyle düşünüldüğünde bir kelimenin tarihsel serüveni, yani etimolojisi, o kelimeyi ortaya çıkaran ontolojik zeminin tespit edilmesine, dolayısıyla dili kullananın anlam dünyasını yaratan şartları da anlamamıza imkân sağlamaktadır.
Doç Dr. Mehmet Doğrucan’ın Medeniyet Dili Olarak Türkçe kitabının editörlüğünü de kendisi gibi akademisyen olan eşi Dr. Ayşeğül Doğrucan yapmış. Dil’in önemini ortaya koymanın da çok ötesinde dil’e farklı bakış açılarıyla ve bilimin farklı disiplinlerinin de verilerlerini, metotlarını da kullanarak bakmanın ne kadar önemli, ilmî ve millî olduğu konusunda düşünmemize vesile olan ufuk açıcı bu çalışmaları için her iki bilim insanımıza da alenen teşekkür etmek isteriz. Kuzey Makedonyalı olduğunu her fırsatta dile getirerek vatan kavramının siyasî sınırların da ötesinde bir kutsal algı olduğunu çevresindekilere kavratan Doç Dr. Mehmet Doğrucan Hocamıza sağlığına kavuşması için dua ediyor ve bereketli ömürler diliyoruz… Millî vatanın sınırlarını dil belirler hükmü katisinden hareketle; Üsküp belediye başkanının oğlu mütefekkir şair Yahya Kemal Beyatlı’nın şu tespitini de yeri gelmişken hatırlatalım: “Türkçenin çekilmediği yerler vatandır.”Bu kitapla, Türk antropolojisinden iletişim sosyolojisine kadar birçok merceğin Türkçe temelli bir inceleme sahasına yönelmesi gerektiğini öğrendik. Dil-bilim ile sınırlandırılan veya engellere maruz kalan dilsel araştırmalar, felsefe metodolojisi ile buluşturulması gerekir bunu öğrendik. Yine öğrendik ki, dil merkezli olmayan sosyal bilim araştırmaları da yüzeysel olmaktan öteye gidemeyecek vakit kaybıdır. Tarih okumalarından sosyoloji araştırmalarına kadar birçok saha en temel materyal veya saha verisi olarak dili/lisanı kullanmak durumundadır. Bütün bunların çerçevesinde denilebilir ki, sosyal bilimsel araştırmaların en temel aleti dilin kendisidir.Türk milleti, tarihî olarak derinliğine coğrafî olarak genişliğine bakıldığında insanlık için hem kilit hem de onun açarı anahtar konumunda bir millettir. Dolayısıyla onun dili olan Türkçe de buna doğru orantılı olarak önemli bir olgudur. Türk var oldukça tarih devinecektir. Tanıttığımız bu kitap, Türk’ün anlam dünyasının inşasını anlama çabasında Türk dilinin önemine vurgu yapan bir çalışmadır. Bu çalışmanın, Türk dili odaklı yeni çalışmalara vesile olacağına, yeni kapılar açacağına ve bakış açılarının gelişmesine katkı sağlayacağına inanıyoruz…
Dualarımızla selamlar…
- Bu haber 05-08-2021 tarihinde yayınlanmıştır.