Yahya Kemal Beyatlı'nın Şiire Başlaması ve Üsküp'te Bir Mezar Taşı: Redife Hanım
Yrd. Doç. Dr. Ertuğrul KARAKUŞ
Kırklareli Üniv./Kalkandelen Üniv.
Üsküplü büyük Türk şair Yahya Kemâl BEYATLI’yı iyi bir şekilde anlamanın yolu öncelikle Üsküp’ü ve onun Üsküp’teki hatıralarını iyi bilmekten geçer. Yahya Kemal’in toplumla ilgili, tarihî, siyasî ve dinî görüşlerinin şekillenmesinde, dolayısıyla da şiir muhtevasının oluşmasında Üsküp’ün yeri tartışılmaz derecede önemlidir. Şairin Üsküp’te yaşadığı yılları ve hatıralarını göz önüne almadan, onun dünya görüşü veya şiir muhtevasıyla ilgili yorum yapmak her zaman yanlış veya eksik sonuçlar çıkmasına neden olacaktır.
Yahya Kemal, anılarında şiire başlama serüvenini anlatırken özellikle bir nokta üzerinde durur. Çok küçük bir çocukken onu şiire sevk eden duygunun oluşmasında etkili olan bir isimden bahseder: Redife Hanım… Şair anılarında bu durumu şöyle anlatır:
“Şiire bir aşkla başladım. Üsküp’de, yerli mahalleler ortasında, Türkkâri eski bir konakta oturur, bey hânedanlarından birinin kızı, kumral ve endamlı, cazibesi ve güzelliği mâruf, bir Redîfe Hanım vardı. Bu genç kız, çocukluğumda, fâsılalı olarak, üç defa hayalimi işgaal etti. İlk defâ, cülûs mu, velâdet mi? bir şenlik gecesiydi, büyük vâlidemle, Vardar boyunda bir araba gezintisinde bulunuyorduk; arabada o da vardı; o zaman beş yaşında vardım; küçücük kafam bu hanımın câzibesiyle sersemlemişti; ona karşı içimde günlerce ateş gibi bir üzüntü hissettim. (Eski Üsküplüler, Redîfe Hanım’ın o zamanlarda Üsküp Venüsü diye anıldığını rivayet ediyorlar.)
İkinci defâ onu bir düğün gecesi gördüm; oniki yaşındaydım…
Henüz genç kız olan Redife Hanım’ı ikinci defâ işte o düğünde gördüm. Eski yaram açıldı. Bütün bir gece yayından ayrılmadım. Zannedersem o da o akşam içimi yakan ateşi hissediyordu.
O düğün bitince derin bir melâl içinde kalmıştım. Hep onu düşünüyordum. İlk şiirim olan bir türkü güftesini, ekseriyâ Üsküp türkülerinde gördüğüm vezinle, onunçün karalamağa başladım. Bu ilk eserin hemen hiçbir mısra’ını şimdi hatırlıyamıyorum.
…
Çocuk dâima avunup acılarını unutur. Ben de Redîfe Hanım’ı bir müddet sonra yine unuttum. Üsküp idâdî mektebinin ikinci sınıfına geçtiğim sene yazıya istîdâdım epiyce inkişâaf etmişti; ancak nazımdan bîhaberdim.
Üsküb’de Rifâî şeyhi bir Sâdeddin Efendi vardı. Taşranın bu kadar uzak bir şehrinde yetişebileceğine inanılmayacak gibi kibar, terbiyeli, ince bir adamdı. Post-nişîn olduğu gibi şehrin eşrâfından da addedilen bu zat Redîfe Hanım’la evlendi. Rifâî tekkesi, Üsküb’ün eski, güzel, ziyâretgâh, çeşmeli ve şadırvanlı, oldukça zengin bir dergâhıydı; Cuma günleri zikir ve devran olduğu saatlerde seyircilerle dolar, erkek mahfilleri gibi, kadınlara mahsus kafeslerinde iğne atılsa yere düşmez derecede kalabalık olurdu. Bir Cuma günü oraya gitmiştim. Zikirden sonra, kadınların tarafından çıkan Redîfe Hanım’ı hayatımda üçüncü defâ gördüm. O vaktin taşra kızları, kızlıktan kadınlığa geçince ilk defa bir kadın gibi süslenirler ve birdenbire epiyce başkalaşırlardı. O bu son görüşümde daha başka türlü güzeldi. Ben de onbeş yaşına girmiştim. Bu üçüncü tesâdüfün têsîri derin oldu. Mektepte vazîfelerimi, evde ve sokakta eğlencelerimi unuttum. Âilem dalgınlığıma merak etti ve zannedersem derdimin farkına da vardı. Izdırâbımı bir şiirler söylemek hevesine düştüm. Lâkin bu defâ, ikinci tesadüfte olduğu gibi, âdî bir türkü değil, kitaplarda gördüğüm manzûmeler nev’inden aruzla bir şiir söylemeye çalışıyordum. Aruzla bozuk düzen bir kıt’a söylemeye muvaffak olmuştum. Redîfe Hanım’ın zevci Şeyh Sâdeddin Efendi güzî de bir zattı; o zamanda Üsküp’de yaşayan Bursalı Tahir Bey gibi, Eşref Paşa gibi fâzıllarla görüşürdü. Onlarla tasavvuftan ve edebiyattan bahsederdi ve mutasavvıfâne şiirler neşrederdi; kıt’amı ona gösterdim. Beğenir gibi davrandı. Kırmızı mürekkeple birkaç noktada vezin hatalarını tashih ederek bana verdi. Veznin hayliden hayliye farkına vardım...
…
Ben rindâne şiirin âlemine daldığım o sıralarda (beni şiire sevkeden Redîfe Hanım, vaz’-ı haml ederken, genç yaşında ölmüştü. Ben de o aralık Selânik İdâdîsi’ne) Üsküp’den Selânik’e göderildim ve oranın idâdîsine leylî olarak verildim…” (Yahya Kemal, Çocukluğum, Gençliğim, Siyasî ve Edebî Hatıralarım, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul, 2008, 5. Baskı, s. 93-97.)
Şairin bu ifadelerinden de anlaşılacağı gibi, Yahya Kemal’in şiire başlamasında “Üsküp’de, yerli mahalleler ortasında, Türkkâri eski bir konakta oturan” Redîfe Hanım’ın etkisi büyüktür. Şair, bu Üsküp hanımefendisi hakkında fazla bilgi vermez. Ancak, Redîfe Hanım’ın, Üsküp Rufaî Dergâhı bahçesinde bulunan mezar taşında, onunla ilgili az da olsa bilgi edinebiliyoruz. Buradan anladığımız kadarıyla Redîfe Hanım, Hacı Abdurrahman Bey’in kızıdır ve genç yaşında vefat etmiştir. Mezar taşının kitabesinde yazılı olan ve kocası Şeyh Sadettin Sırrî Efendi’ye ait olduğunu düşündüğümüz dörtlükte, Redîfe Hanım’ın genç yaşta vefat ettiği vurgulanmaktadır. Yahya Kemal de anılarında Redîfe Hanım’ın ölüm nedenini “vaz’-ı haml etmek”(doğum) olarak belirtir.
Redîfe Hanım’ın, Üsküp Rufaî Tekkesi bahçesinde bulunan mezar taşı.
YERİ |
Üsküp Rufaî Tekkesi Bahçesi |
BOYU |
125 cm (Baş taşı), 132 cm (Ayak taşı) |
ENİ |
38-40 cm |
ET KALINLIĞI (MEZAR KALINLIĞI) |
6 cm |
MALZEME TÜRÜ |
Mermer |
DURUMU |
Sağlam |
TESPİT TARİHİ |
09.06.2014 |
KİTABESİ |
“Hüve’l-Hallâku’l-Bâkî
Genç yaşımda gör ne yazmış sâhib-i kudret bana Geldi eyyâm-ı ecel vermedi dermân bana Gül gibi soldu vücûdum tâze bir civân iken Çâre yok câm-ı ecelden sundular şerbet bana
El-merhûme el-mağfûre el-muhtâce ilâ rahmet-i Rabbihi’l-Ğafûr min dâre’l-fenâ ilâ dâre’l-bekâ Redîfe Hanım binti Hâcı Abdurrahman Beg rûhiçün rızâen lillah el-Fatiha Sene-i azli 1321” |
Üsküplü büyük şair Yahya Kemal BEYATLI’nın anılarında önemli bir yer tutan bir Üsküp hanımefendisi olan Redîfe Hanım’ın, Üsküp Rufaî Tekkesi bahçesinde bulunan, yıllarca farkına varılmayan ve ihmal edilen mezar taşı, ziyaretçilerini beklemektedir.
- Bu haber 03-07-2014 tarihinde yayınlanmıştır.