Minyon Heredia’nın Carmen gibi kırmızı dudakları
HT CUMARTESİ /
Geçen bir-iki ay Avrupa Birliği ilgi çekici, daha doğrusu ibret verici bir itiş kakışa sahne oldu. Aslını isterseniz ortalığa yeni bir şey söylenmiş de değildi. İngiliz bilim adamları, laboratuvar ortamında et yaptı. Nasıl? İtici bir fikir mi? Durun acele etmeyin. İşin iki yönü var. Bir: Dünyanın nüfusu kaç ve açlık yüzdesi nedir? Hiç duymuşluğunuz var mı? Dehşet verici verilerden haberdarsanız "Trakya kuzusu mu, laboratuvar kıvırcığı mı" diye tartışmak lükse girer! Bu işin ilk cephesi.
İkinci cephe için itici bir muhalefet şerhim daha olacak: Henüz tatmadık ki! Beyti Bey'e söylemeden bir deneyelim, nedir değildir size sunacağız. Ama baştan söz, hiçbir şekilde sarı-çekik gözlerin yapacakları "wagyu" masama gelemez. Sahte ve kopya fikirlere kapım mühürlü...
Bu mevcudun dışına çıkma çalışmaları her zaman, her yer ve her konuda tepki alır. Hatırlayacaksınız, çok olmadı. Avrupa Birliği şarap imalatı yüzünden davalık oldu idi. Oysa konu yepyeni de değildi. Fransızların şiddetle telkin ettiği, birliğin ise yapılabilmesine uzun müzakereler sonunda yeşil ışık yaktığı rosé (roze) şarap elde etme yöntemi, "İspanyol-Basklarının" antik çağdan beri kullandıkları bir yoldu: Beyaz ve kırmızı şarabı karıştırarak "rosé" elde etmek! Bu usul, yaşlı kıtanın sair coğrafyasında yasaktı. Birlik, Fransa'nın tüm itirazlarına rağmen yeşil ışığı yakınca durum değişti.
GELENEKÇİ FRANSIZLARIN İSYANI
Elbette "gelenekçi Fransızlar" isyan ediyor. Örneğin 1775'ten beri Langeudoc'ta şarap yapan bir ailenin çocuğu P. Jeune, "Şayet buna müsaade olunuyorsa" diye sorup ekliyor: "Ne diye laboratuvarda şarap yapmayalım ki, üzüme ihtiyaç olmaksızın, alkol, su ve suni kokularla pekâlâ şarap yapılabilir"! Gördünüz mü, nereden nereye geldik...
Roze, şarap geleneği henüz serpilen coğrafyamızda yeni. Aslını isterseniz roze uzun zamandır yapılıyor idi. Yine de Türkiye'de rozeye olan talebin, yurtdışı popülerliğine paralel bir seyir izlediğini görüyoruz. Aksi takdirde "Verona'daki başarı" daha çok ilgi çekebilirdi. 2005 yılında Vinitalia çerçevesindeki uluslararası bir şarap yarışmasında büyük jürinin üyesi idim. Yarışma uluslararası kurallara göre yapılıyordu. Noter eşliğinde şişeler kapatılıyor ve kör tadımın her türlü koşulu kontrol olunuyordu. Açıkçası büyük jürinin bir parçası olarak o denli şaşırıp sevineceğimi, hatta gururlanacağımı aklımdan dahi geçirmemiştim. Jürinin kör tadımda seçtiği roze şarabın isminin açıklanmasına sıra geldi. Ne tuhaf, şarabın ismini duyamadım. Fakat diğer tüm jüri üyelerinin takdir dolu bakışlarını üzerimde hissedince, şaşırdım. Sıra dışı bir şey olduğu kesindi. Nihayet ev sahibi İtalyan üye "Tebrik ederim, çok güzel bir roze" deyince anladım. Bugün gibi hatırlıyorum, bir Türk şarabı ödül almıştı...
O yarışmanın bir diğer roze starı da büyük ödülü almıştı. Diğer jüri üyelerine bu önemli şaraphaneyi ziyaret ettiğimi, ev sahibesi genç, minyon İspanyol kadınla yemek yediğimi anlattım. Burası İspanya'nın şampiyonlar liginden bir şaraphane olarak herkesin ilgisini çekmekteydi. Fransa'daki floksera sırasında Fransız şarapçılar için fason imalat yapan, bu iş için de demiryolu ile dere arasına yerleşen "kurucu dede" Heredia, o yılların er meydanı Brüksel Fuarı'ndan üst üste altın madalyalarla dönünce iş genişlemiş, kurumsallaşmıştı. Ama bugün gibi kulaklarımda; en büyük sürpriz, torun Heredia'nın yemek yediğimiz mahal ile ilgili hikâyesindeydi.
Loş, rutubetli ve sakral atmosferli kavın kimin tarafından yapıldığını sorunca gülmüştü esmer güzeli Heredia: "Biliyor musunuz" demişti, "bunu soran pek olmuyor. Oysa ben anlatmak için can atıyorum. Dedem artık iyice yaşlanıp da öteki tarafı da düşünür hale gelince, eksantrik bir fikre saplandı. Yaptığı şarapların içine gömülmeyi arzu ediyordu. Bu nedenle mahzeni bir tarz "crypta" olarak inşa ettirdi. Ölümsüzlük uykusunu mahzenin bu bölümüne gömülecek diğer aile fertleri ile birlikte geçirecekti. Ama tuhaf bir şey oldu. Yerel otoriteler izin vermedi. Sizin de dikkatinizi çeken bu sakral hava böyle oluştu."
Yemekte, kendimi mutasavver aile haziresinde hissedip ürperdiğimi, hırslı, minyon Heredia'nın Carmen kırmızısı dudakları ve kömür renkli gözlerine kilitlenip kaldığımı hatırlıyorum. Bütün bu olup bitenlerin istisnai rozeyle bir alakası olabilir miydi? Kim bilir? New York Times'ın şarap yazarı Eric Asimov, "İyi bir roze akıp giden, uçan bir hatıradan daha iyi olmalı" diye buyurmuş ya! O hesap...
Kim tutar uçarı ruhları?
Çoğu zamandır rozelerde Cabernet Sauvignon, Syrah, Merlot, Tempranillo ya da Kalecik Karası, Ada Karası gibi üzümlerle karşılaşmak, bir sürpriz olmaktan çıktı. Üstelik girmek arzusunda olduğumuz Avrupa Birliği'nden de icazet çıktı ya! "Artık daha ucuza daha iyi rozeler" için engel kalmadı. Kim tutar pembe hülyaları, uçarı ruhları!
Haber Kaynağı : Haberturk.com
- Bu haber 17-08-2013 tarihinde yayınlanmıştır.