Bulgaristan’daki Türklük ateşi sönmedi, sönemez!
Sebahat Necib
1984-1989 yılları arasında Komünizm ve Totaliter Rejim tarafından Bulgaristan Türklerine uygulanan asimilasyon politikalarını duymayan yoktur. O yıllarda cehennemi tam anlamıyla yaşadık. Yüzbinlerce Türkün isimleri zorla değiştirilmesi, göçe zorlanılması, toplama kamplarına gönderilmesi ve buna benzer birçok akıl dışı şeyler yaşandı. İstediğimiz tek şey olduğumuz gibi, rahat bir yaşam sürdürebilmekti. Rejimin yıkılmasına neden olan azınlığın iradesini kıramayan komünistler iktidardan düşmeden önce 450 bin kişiyi Türkiye'ye göçe zorlamıştı. Ancak bu totaliter idare halkın iradesinden daha güçlü olamadı.
Cehennemi yaşadığımız o yıllardan bu yana 32 yıl geçti. Bulgaristan’da demokrasinin gelmesiyle cehennem ateşi söndü, ancak külleri kaldı. Herkes her şeyi ister, ancak yapabilenler başarır! Biz Bulgaristan Türkleri kendi küllerimizden yeniden doğduk. Ulaşabilmek adına her şeye başkaldırabilenlerin serüvenidir küllerinden doğmak.
Biz Bulgaristan Türkleri yıllardır bu serüveni sürdürmekteyiz. Gerek kültürümüzle, gerek örf ve adetlerimizle, Türkçemizle bu topraklarda varlığımızı sürdürmekteyiz. Biz Bulgar Türkü değil, Bulgaristan’da yaşayan Türk ve Müslümanlarız.
Geçmişin bıraktığı izler özümüzden hiç bir şey alamadı, aksine kendi olma çabamızı daha da güçlendirdi. Ana dilimizi iyi biliriz! Örf ve adetlerimizi her zaman yaşatırız. Biz Türk’üz ve bundan da gurur duymaktayız. Bizler yurtdışına çıktığımızda “Siz Türkçeyi nereden öğrendiniz, ne güzel konuşuyorsunuz” sorusuna çok maruz kalmışızdır. Ve her zaman aynı yanıtı duyabilirsiniz, “Biz Türk’üz ve ana dilimiz Türkçedir”.
Dünyanın neresinde yaşarsanız yaşayın bir Türk evladı özünden dönemez ve hep Türk kalır. Biz Bulgaristan Türkleri de her zaman öyle kaldık ve de kalacağız. Özümüzden, kendi olmamızdan vazgeçmeyeceğiz. O yüzden dinimizi, dilimizi, kültürümüzü yaşatmaktayız ve de yeni nesillere aşılamaktayız. Bir Türk evladı doğduğunda her zaman ilk duyduğu kelime Türkçedir. Öyle aşılandı ki bize bu özümüz, doğumdan ölüme kadar yürüdüğümüz yolları yıkmaya Allah’tan başka kimsenin gücü yetemez.
Ana dilimizde eğitim maalesef alamamaktayız. Bunun için çabalarımız sürmeye devam etmekte. 1990 yılından bu yana Bulgaristan demokratik bir ülke, 2007 yılı itibariyle de Avrupa Birliği üyesidir. Nasıl ki bir Bulgar vergi ödüyorsa, aynı şekilde bir Türk de vergisini ödüyor. Bu ülkede herkes eşit şartlar altında yaşamalı. Ancak ana dilimizde Türkçe okuyamıyoruz. AB üyesi olan başka ülkelerde ise haftada bir gün ana dilde eğitim almak mümkün, ancak Bulgaristan’da değil.
Bu eğilim bizim yollarımıza konulan taşlardan biridir. Biz bu taşları alıp yolun kenarına atmasını da iyi biliriz. Ana dilde eğitim alamasak da kendi çabalarımızla o eğitimi almaya gayret etmekteyiz. Türkçe televizyon, gazete ve kitaplar sayesinde. Yolumuza atılan bu taşlara cevabımız bunlarla oldu ve olacaktır.
Dünden bugüne dek Bulgaristan Türk ve Müslümanları dinini, dilini ve kültürünü her zaman yaşatmayı başardı ve de yaşatmaya devam etmektedir. Güney Bulgaristan’da faaliyet gösteren Kırcaali Ömer Lütfi Türk Kültür Derneği kültürümüzü yaşatmamızda bir örnektir. 1993 yılından bu yana 28 yıldır derneğin çatısı altında faaliyet gösteren Türk folklor ve amatör sanatçı gruplarında 3 000 çocuk ve genç yer almakta. Ayrıca dernek kütüphanesinde Türkçe ve Bulgarca olmak üzere 15 bin adetten fazla kitap bulunmakta. Buradaki Türk azınlığı ne şanslıdır ki, kültürünü yaşatabilmesi için böyle bir derneğe üye ve örf ve adetlerini öğrenebilmekte. Ben de o şanslı kişilerdenim ki, 25 yıldır bu derneğin üyesiyim. Burada büyüdüm, burada aşılandım diyebilirim.
Böyle Türk derneklerimiz, gazete ve kitaplarımız var oldukça Bulgaristan’daki biz Türk ve Müslümanlar asla asimile olmayız. Yolumuza atılan taşlar da olsa, bizi “yakmak” isteyen eller de olsa, taşları yoldan temizlemesini bilir, küllerimizden yeniden doğarız.
Dünyanın neresinde olursak olalım “Ne Mutlu Türküm” diyebilelim!
Kaynak: Kırcaali Haber
- Bu haber 26-01-2021 tarihinde yayınlanmıştır.