Anadilimiz Türkçe
Ulusların, en etkili silahı olan milli şuurunu koruyabilmesinin başında, diline bir emanetmişçesine sahip çıkması gelmektedir. Atalarımızdan bize, bizden gelecek nesillere öğretilen dil, özenle ve titizlikle korunup kullanılırsa, anavatandan uzakta farklı dillerle etkileşim halinde olsa bile, daimî yadigâr kalmayı başarabilecektir.
Toplumumuzun kimliğini teşkil eden kültürümüz ile, girmiş olduğumuz medeniyet daireleri çerçevesinde gelişen milli damgamızın en değerli güvencesi dilimizdir.
Sahipleri tarafından dünyanın en güzel, milli benliği en iyi savunan, konuşurları tarafından ise kalplerde taht kurmuş olan Türk dili, yüzyıllarca tekâmül dereceleri geçirmiş ve dünyanın en zengin dillerinden biri olmaya hak kazanmıştır.
Toplumun, öbeğin, ailenin ve hatta insanın teşekkül etmesi dil ile mümkündür, dil yoksa millet de yoktur, kültür de yoktur, medeniyet de yoktur. O yüzden gittiğimiz her yerde, dünyanın her köşesinde Türkçenin ağzımızda annemizin sütü olduğunun bilinciyle hareket etmeyi kendimize görev edinmeliyiz.
Dünyada Türk dili kadar, tarihi derinliği ve coğrafi genişliği olan pek az dil vardır ki, çoğunluğu Türk soylu halklarının oluşturduğu bu güzide dil, 250 milyon insan tarafından konuşulmaktadır. Altay dil ailesi içinde yer alan ve Altayistik araştırmaların en meşhur dalı olan anadilimiz Türkçe, dünyada en çok konuşulan diller arasında beşinci sırada yer almaktadır. Böyle muhteşem bir dili sevmek önce Türk milletini, Türk tarihini, milli eserlerini sevmekle başlamaktadır.
Türk dilini, “anadilimizi” düzgün kullanmanın yanı sıra, Türkçe için, Türklük için iyi şeyler yapmaya gayret edilmelidir, edilmelidir ki, yol meşakkatli olsa da doğru yönde olsun. Nihat Sami Banarlı “Şu fani dünya saadetleri içinde hiçbir şey aziz Türk çocuklarına Türk dilini öğretmek kadar güzel hizmet değildir” diyor ya, bir nevi her vicdanlı Türk’ün sorumluluğunun farkına varmasını sağlıyor. Dili aziz Türk çocuklarına öğretirken dilimizin güzelliklerini büyük bir hasassiyetle aşılamamız gerektiği kanaatinde olmamız gerektiğini de vurgulamak istiyorum.
Derin bir ah ile; ey canım, ey kanım, ey yetime bark, ey yurtsuza vatan, ey hâsira vuslat Türkçem, seni anlatmaya satırların yetmeyeceği yayılmış olduğun dünya çapından belli.
Balkanlar’ın uçlarından, kuzeyde Kuzey Buz Denizi’ne, doğuda Büyük Okyanus’a, güneyde Tibet’e kadar geniş coğrafyalara gidip gönüllerde rikkat oluşturduğun yazılmış ihtişamlı eserlerden aşikâr.
Göktürkler’den günümüze kadar kullanılan alfabeler, yazılan yapıtlar, özellikle Osmanlıcayla yazılmış ve sadece Türk dünyası edebiyatında değil tüm dünyada ün kazanmış yazılar, dilimizin zenginliğinin büyük bir parçasını kapsamaktadır ve bugün devam gelen tüm dil çabaları anadilimizin ilelebet ölümsüz kalacağının nişanesidir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin uzağında gelişen Türkçe de kendine has özellikleriyle korunmakta, farklı dillerle etkileşim halinde olmasına ve sürekli kelime alışverişinde bulunulmasına rağmen konuşma ve edebi dil olarak kullanılmaktadır. Bu durum belki de en yaygın bir şekilde Balkanlar’da devam etmektedir. Yahya Kemal Beyatlı’nın “Türkçe’nin çekilmediği her yer vatandır” cümlesi Balkanlar için söylenmiş en doğru cümledir aslında.
Türk boylarının birçok sebeple gelip fethettiği, hakimiyet kurduğu, sahibi olduğu ve özellikle Osmanlı döneminde muhteşem yapıtların inşa edildiği, İslamiyet’in neşredildiği Balkanlar, aslında Kuman, Oğuz, Bulgar, Peçenek gibi birçok Türk boylarının yurtlarıydı. Balkan dillerindeki Türkçe kelimelerin yanı sıra, toponim isimleri de bu gerçeğin kanıtıdır.
Her dil kendi milleti adına bir hazinedir, milliyetçiliğin en bariz vasıflarından biri dildir. Türkçe sondan eklemeli, kelime dağarcığı zengin, kurallı ve işlek bir dildir. Yabancı dillerde Türkçe bir kelimeyi karşılamak için birçok kelimeye ihtiyaç duyulduğu apaçık delillerdendir. İslamiyet’in kabulü ile dilimize giren Arapça ve Farsça kelimeler çok olsa da bunların birçoğu bizim telaffuzumuza uymuş, evlerimize girmiş, benimsenmiştir. Cumhuriyet döneminde dildeki sadeleşme çabaları ile, benimsenmiş, halk tarafından kabul görmüş ve sık kullanılan kelimeleri dilden tamamen atmak mümkün olmamıştır. Aynı şekilde Batılılaşma hareketi ile de dilimize yabancı dillerden, özellikle Fransızcadan kelimeler girmiştir. Bu kelimeler de zamanla halk arasında yaygınlaşmıştır. “Vatan ne Türkiye’dir Türkler’e ne Türkistan, Vatan Büyük ve Müebbet Bir Ülkedir” dizelerinin sahibi ve dildeki sadeleşme çabalarıyla tanınan ünlü yazar Ziya Gökalp lisan üzerine yazdığı ve etkili olduğu eserleriyle dilimize zenginlik katmıştır.
Her daim Türkçe kökenli kelimeleri kullanmaya özen gösterip etrafımızdakileri de teşvik etmeliyiz, öz olsun Türkçe olsun fikrini müdafaa edelim. Türk kökenli kelimelerin dışında Türkçe karşılığı olmayan veya olsa da halk tarafından garipsenen, alışılamayan kelimeler yerine Osmanlıca Türkçesindeki Arapça ve Farsça kökenli kelimeleri kullanmamız gerektiğini savunuyorum ve yabancı dillerden dilimize girmeye yüz tutmuş, günlük hayatta kullanılan kelimelerden kaçınılması gerektiğini düşünüyorum, çünkü bu kelimeler gelecek nesillerin asimile olmasındaki tabanı oluşturmaktadırlar.
Dilimiz kimliğimizdir. Dil ile ortak değerlerimizi, fikirlerimizi, hislerimizi aktarırken kullandığımız yabancı kelimelerle dilimize zarar verdiğimizi, dilimize zarar veren her şeyin de kimliğimize zarar verdiğinin farkına varmalıyız.
Bir çiçekle yaz gelmese de her baharın bir çiçekle başladığını hatırlayalım ki, çoğunluğa uymaktan kaçınıp, etrafımızda yabancı kelimeler kullananları örnek almayalım.
Dili öğretmedeki en önemli görevi üstlenmiş olan anne ve öğretmenlerin herkesten dikkatli olması gerekmektedir. Çocuklara dilin de canlı bir varlık olduğunu, doğduğunu, geliştiğini, değişikliklere uğradığını ve kullanılmazsa ölmeye tabi olduğunu, duyarlı, özenli, kararlı bir şekilde, örneklerle, dilin önemine dikkat çekerek, anlatılması gerekmektedir. Türkçe konuşmanın bir marifet olduğu duygusu çocuklarda harekete geçirilmelidir.
Dilini koruyan vatanını korur, geleceğini korur, geçmişini korur, aslında tüm benliğini korur. Milletler dilleriyle yaşarlar ya, uygarlığımızın birlik ve beraberliği için Türkçe konuşmak, hatta Türkçe düşünmek şart.
Dilimiz için vermiş olduğumuz her emeğin kendi lehimize olduğunu, dilini kaybetmiş bir milletin yok olmaya mahkûm olduğunu hatıramızdan çıkarmayalım.
Anadilimize ebediyen sahip çıkalım. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın da dediği gibi “Türkçe benim, ses bayrağım” sesimizin hiç dinmeyeceği, bayrağımızın ilelebet dalgalanacağı, Türkiye’mizin daima payidar kalacağı inancı ve duasıyla...
Müradiye ABDÜL
- Bu haber 15-04-2020 tarihinde yayınlanmıştır.