KRİZ KÜRESEL - YEMEKLER YÖRESEL
Uluslararası medya terminolojisinde son zamanda sıkça kullanılan bir tabir olan “küresel kriz” söylemi ister istemez insanın beynine yerleşiyor. Kriz denince genelde ekonomik kriz kastediliyor, ancak bugün küresel çapta yaşanan krizin çok daha farklı ve daha derin boyutları vardır diyebiliriz: siyasi kriz, askeri kriz, manevi kriz, ekolojik kriz, v.b. Küreselleşme süreçlerinin getirdiği katkı ve kolaylık sağlayan hizmetleriyle beraber birçok olumsuzluklar da peyda oldu. İnternetten bol bol yararlanmakla beraber maneviyat açısından insanoğlu bir duraksama, hatta gerileme devri geçiriyor. Kriz sadece ekonomik olsaydı iyi olurdu. Ne var ki çok farklı kriz türleri türeyerek dünyamızı kapsadı. Kanımca en belirgin olanı, maneviyat krizidir, ki bununla ruhsal çöküntüyü işaret etmek istiyorum. Birçok evrensel hümanist insani kaliteler basite indirgenerek değersizleştiriliyor.
Evet, maneviyat krizi küresel boyutlarda hissediliyor, oysa çoğu insan için küresel kriz tabiri soyut anlam taşıyabilir ve maneviyat krizi denilen bu meret anlaşılırlıktan uzak kalabilir. Böylece bu krizin lokal, yani mahalli tezahürleri insanları doğrudan etkilediğinden halk bu çağdaş hastalıkla yakın temas halinde geçiyor ve sonuçlarına katlanarak böylesi bir olgunun farkında oluyor. Yani hergünkü hayatta karşılaşılan real problemler herkesin ilgi odağında yer alırken böyle bir krizi kavramak ve anlatmak daha kolay ve gerçekçi bir kılığa bürünüyor. Küresel krizden bana ne, siz benim sorunlarıma çözüm bulun! Diğer sözlerle söylemek gerekirse – Karnımı doyurun, cebimi parayla doldurun! Tam bu noktada küresel krizin ekonomik boyutunu gündelik hayata aksettirmiş olduk. Fakirlik ise stres, güvensizlik, depresyon gibi hoş olmayan ruh hallerini tetikliyor. Maneviyattan yoksun kalıyor insan. Yanlış anlaşılmasın, ben asla maneviyatın paraya bağımlı olduğunu söylemek niyetinde değilim. Nice insan gördüm - parası bol gönlü boş! Nice insan gördüm - parası yok, gönlü hoş!
Mikroevrenimizde maneviyat krizi hep daha ağır basmaya başlıyor. Bunu hissedemeyenlerin sayısı gitgide azalmakta. Batı dünyası zaten tüm kartlarını maddiyata oynuyor. Doğu ise bocalamakta, kendine göre çıkış yolları arıyor. Ortamımızda mesela uhreviyet yoksunluğu ve estetikten uzaklaşmak gibi ruhsal deviyasyonlar her insanımızın hayatını mahvedecek kadar ilerlemiş vaziyette. Her birey artık dolaysız bir biçimde maneviyatın çöküşünü kendi özünde hissedebilir durumda. Sözkonusu manevi krizler ise her gün karşılaştığımız maddi zorlukların bir nevi ikiz kardeşi oluvermiş. Bu sebepten günümüz insanımızın haleti ruhiyesinin çizdiği tablonun pek iç açıcı olmadığını söylemeye cesaret etsem de, bu istikamette beni ümitvar yapan, geleneksel manevi ananelerimizin, örf ve adetlerimizin hala ayakta kaldığnı görebilmektir. İnsanımızın hergünkü yaşantısında karşılaştığı maneviyat krizinin baş semptomu bence modern yaşam tarzının baş özelliklerinden biri olan samimiyetsizliktir.
İnceliklere dalmadan netice itibariyle bu krizin getirdiği sayısız çıkmaz durumlarla karşı karşıya kalmak zorunda olduğumuzu belirtelim. Krizin diğer bir adı zaten çıkmaz durum. Bu geniş konuyu farklı bir şekilde biraz yere indirelim, şahsi gözlemlemelerimin doğrultusunda öznel bir zemine oturtalım, ortamımızda ve zamanımızda somutlaştırmaya çalışalım.
Anlam itibariyle kriz ve korku (yani fobi) kelimeleri pek yakın mana alemleri içermekteler. Daha geniş bakıldığında bu iki kelimeyi kolayca yan yana oturtabiliriz. Bir kriz insanda korkuya sebep olabilir. Ve tersine, korku insanın kriz yaşamasına yol açabilir. Kriz belirtilerinden en başta geleni kanımca farklı korkuların boy göstermesidir. Bu paragrafın devamını ehlisi olan psikolog ve psikiyatrlara bırakarak, bir korkunun, yani fobinin nasıl geniş çaplı ciddi ve tehlikeli krizlere dönüşebileceğini kısaca, öznel bir açıdan, biraz alışılmışın dışında ve sadece bir boyutunu ele alarak anlatmaya çaba sarfedeyim.
Dünya çapında İslam’ı ve Müslümanları “korkuluk” kılığına koymaya çalışan pragmatik Hıristiyan kamuoyu bizi korku ve tehlike sebebi olarak görüyor. Bu durum günden günde kitleleri hep daha fazla rahatsız ederek euforya halini alıyor ve bir nevi “hastalığa” dönüşerek bu hastalığa yakalanan şöven ve ırkçı kimlik taşıyan toplumlarda farklı krizlerin oluşmasına zemin hazırlayarak, belli kriz çeşitlerinin yaratılmasında “yardımcı” olabiliyor. Çok belirgin ve küresel düzeyde yaygın olan fobiler arasında millet olarak Türklerden duyulan korkunun varlığını da kimse yadsıyamaz! Türkofobi (yani Türk korkusu) hem yöresel ölçekte, hem küresel düzeyde varlığını sürüdüren kaçınılmaz bir paranoyaya dönüşmüş oluyor. Günden güne hep daha bariz bir şekilde görünür hale dönüşen Türkofobi hem bölgemizde, hem de çok daha geniş çaplarda türlü oluşumlara ve gelişmelere yol açıyor. Türkofobi dünya siyasetinde olup bitenleri etkileyen, olaylara yön veren ve büyük çaplı hareketlilikleri tetikleyen bir etken olarak kafalarda varlığını sürdürüyor desek yanlış etmiş olmayız. Bu Türkofobi nereden çıktı, kökleri nedir sorusu, başlı başına daha geniş ölçekli ciddi ve bilimsel incelenme-araştırma gerektiren bir mevzu olsa gerekir.
Büyük milletleri büyük yapan, kimliklerine, tarihine ve geleneklerine layıkıyla doğru şekilde sahip çıkmalarıdır. Bu gibi milletlerden yabancıların korku duyması, tarih boyunca kimi önemli olayların objektif ve bilimsel açıdan yeterince açıklanmış olmayışına dayanır, diye düşünüyorum. Korkmasınlar, sonra krize girerler. Yemeklerimizin şifalı olduğunu da anlatalım onlara, böylece var olan Türkofobiyi bir nebze olsun hafifletiriz belki. O kadar güzel yöresel Türk yemeklerimiz varken, küresel planda olup bitenlerden bize ne? sorusuyla bu kez de iki haftalığına sizlerden veda ediyorum saygıdeğer okuyucularım.
- Bu haber 04-08-2016 tarihinde yayınlanmıştır.