Kubbealtı İhtimalleri
Yağmur mütevaziliğini başka bir güne bırakmış, taneler önce cama sonra cana değiyor gibi. Bir tanesi cama değip aşağıya kadar şerit oluşturacak şekilde indi. Buğulu camın ardından şehrin silüeti sanki ifşa olmaya razı bir sır gibi duruyor.
-Ne isterdiniz Beyfendi?
Başımı camdan çevirirken garsona vereceğim cevabı düşündüm. Bakışlarımı gözlerinde yakaladım ve bir çay isteyip soğuktan üşüyen ellerimi koyacak bir yer aradım.
-Oturabilir miyim?
Bu ses garsona ait olamazdı. Başımı tekrar kaldırdım, masalara baktım hepsi doluydu. Buyurun diyerek ellerimle sandalyeyi işaret ettim.
Ne zaman bir şair kaybettiği bir dizeyi aramaya çıksa şehrin mimarlarıyla karşılaşır. Bina dikmek, şiir yazmak ya da bir insan yetiştirmek arasında hiçbir fark yoktur. Hepsi bir temel üzerine inşa olur. Düşünün ki bir anne çocuğunu yetiştirirken vicdan katmayı unutuyor, çocuk büyüyor anne evlat yetiştirdiğini zannederken bazen bir robot bazen bir canavar yetiştirmiş olur. Sonradan isimlerini duyarız; Hitler, Stalin, Esad farklı ırktan ama ortak noktaları temellerinin zayıf olması. Hamuruna tuz katılmamış bir poğaçayı düşünün ne kadar lezzetli olabilir? Tuzsuz hamur yüzünüzü buruşturur, sevgisiz ve vicdansız insanlar ise kalbinizi buruşturur.
Bana bunları neden anlattığını anlamadım. Gözüm bir ara yine cama takıldı, biraz önce inen şerit kaybolmuştu ve çayın sadece ellerimi değil bütün vücudumu ısıttığını hissettim. Ona bir şeyler söylemem gerektiğini düşündüm ama söylemedim kafamı sallayarak söylediklerini onayladım.
Kelimelerin vatanı kalptir. Bu yüzden ona danışmadan kurulan bütün cümleler mültecidir. Yazık o cümlelere ki zulüm altındadırlar. Bir yazınında temeli olmalı gönle dayanan… Fuzuli ‘Su Kasidesi’nde gönlündeki ateşe gözlerindeki suyun fayda vermeyeceğini dememiş miydi? Oysa ateş İbrahim’i yakmamıştı, su Musa’yı boğmamıştı, niye mi? Çünkü cümlelerini gönüllerinde kurmuşlardı. Ve bir mimar, onlar şehirlerin ressamları gibidir. Yalnız kuşlar faydalanmaz bir ikindi vakti Süleymaniye’nin gölgesinden. O gölgenin altında Akif ve Abdürreşid İbrahim Efendi de vardır. ‘Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede’ diyerek bir bayram sabahı Beyatlı da orda bulunur. Bence Mimar Sinan’ın gönlü ellerinden daha maharetliydi.
Konuşması bitince tekrar bana döndü artık bir şeyler söylemem gerektiğini düşündüm, camdaki yağmur tanelerini izleme sırası ondaydı. Üşümüyordum bardağı yerine koyup ikinci kez etrafa baktım, birkaç masa boşalmıştı. Sessizliği benim cümlelerim bozmuştu. Ne zaman bir cümle kursam kelimelerin kıblesini şaşırmasından korkarım. Kıble neresi mi? Dinleyen yani muhatabımız. Kıbleye yönelerek yaptığınız bir ibadeti düşünün kabul ol up olmadığını asla bilemezsiniz. Muhataplarımız da böyledir; konuşursunuz ama söylediklerinizin yerine ulaştığına emin olamazsınız, temenni edersiniz. Belki de duymak istedikleri bunlar değildi ama ben bu cümleleri söylemek istemiştim. Gülümseyerek bana baktı ve izin istedi, kafamı sallayarak karşılık verdim. Gözlerim tekrar camda kim bilir kaç kişi buğulu camların ardından benimle aynı cümleleri kurmaktadır.
- Bu haber 26-12-2016 tarihinde yayınlanmıştır.