Neden Yazıyorum?
Yazmak, yazmak, yazmak… Sözleri, düşünceleri, duyguları kalıcı kılmak…
Türkçemizde “Söz uçar yazı kalır.” deyişi bulunmaktadır. Bu, yazmanın ne denli önemli olduğunu gösteren bir deyiştir.
Özünde (aslında) yazmayı seven biri değilim; sevmiyorum! Ama dert, dert yazdırıyor baña; dert mi, derdimi ben biliyorum…
Hatırlıyorum demiyorum; özünde hatırlamak için onu (o nesneyi, duyguyu, düşünceyi) unutmak gerekir. Ben onun için hatırlıyorum demiyorum, çünkü hiç unutmadım… İlkokul beşinci sınıfı okumak için Karbintsi İlciği (Belediyesi)’ne bağlı, Karbintsi köyünde bulunan “Straşo Pincur” okuluna kayıt oldum. Beşinci sınıfı Makedonca okumaya başladım ancak, Makedonca hiç bilmiyordum. Sınıfta ilk kez Makedon öğrenciler ile karşılaştım. Makedon öğrenciler ile añlaşamıyordum. Makedon bir öğrenci daha ilk gün baña, “Yuruk, Yuruk (Yörük, Yörük)” diyordu… Baña, “Yörük” diye hitap ediyordu… Ben bu sözü, “Yörüğü”, köyüme döndüğümde, İbrahim amcama sordum. Amcama, neden baña, bize “Juruk (Yörük)” diyorlar dedim. İbrahim amcam baña,
“Biz Yörük’üz, biz Kızlalma’dan, Karaman’dan kopmayız.” dedi. Devamında İbrahim amcam,
“Biz, buralara Yörüyerek geldiğimiz için, Yörüyen Türk olduğumuz için bize, Yörük diyorlar.” dedi… O zaman, sadece o üç kelimeyi duydum: Yörük, Kızılalma, Karaman…
Ben o sözü, “Yörük” sözünü, o günden –beşinci sınıfın başlangıcından- itibaren aklımdan hiç çıkarmadım; peşine düştüm, yıllarca kovalayıp duruyorum…
*****
Sekiz yıllık ilkokuldan soñra, Allah nasip eyledi Türkiye’ye lise okumaya gittim. Gittiğim yer Toroslar’ın güney etekleri, Yörükler’in yaşadığı bir yerdi. Makedonya’dan Yörükler’in arasından Türkiye’ye Yörükler’in arasına, Makedonya’dan iki biñ km uzakta yine, Yörüklerle karşılaştım…
Liseyi bitirdikten soñra üniversiteyi Türkiye’de, Toroslar’ın kuzeyinde bir şehirde devam ettim. Orda da Yörükler vardı.
Ve o zaman şunu añladım; Bizim, Yörüklerin Makedonya’da yalñız olmadığımızı, bizim gibilerinin başka yerde de var olduğunu…
*****
Üniversitede okurken, Sanat Tarihi dersinde, hocamız “Kȃbe”yi añlatırken, hocanın kullandığı kaynaklar gözüme geçti. Kaynakların hepsi Batı kökenli idi. Hoca’ya: “Hocam, neden bu kaynaklar hep Batılıların?” dedim. Hoca da: “Batılılar yazmış, biz yazmamışız.” dedi… Düşündüm, İslȃm’ın eñ kutsal yerinin kaynakları Batılılarca yazılmış…
Bir başka derste, Hadis dersinde hoca, hadis konusunu añlatıyordu. İslȃm açısından Kur’an’dan soñra eñ önemli kaynak hadislerdir. Hoca derste, hadisler hakkında Fransızların anıkladığı (hazırladığı) “Concordance” adında kaynaktan bahsetti. Düşündüm, Kur’an’dan soñra eñ önemli kaynaktan birini yine Batılılar anıklamış…
Tarih dersinde hoca, bizim, Türklerin ilk kaynaklarımız Çinlilerde ve Çince diyordu… Düşündüm, Türklerle ilgili kaynaklar da başkalarında idi…
Demek ki bize ait olan birçok şeyi başkaları yazmıştı. Bizi, bize biz değil, başkaları añlatıyordu. Ne kadar doğru añlatıyorlardı, o ayrı… Düşmanın seni ne kadar “doğru” añlatıyorsa, onlar da o kadar “doğru” añlatıyorlardı… Ama ne yazık ki, onlar yazmıştı, biz yazmamıştık… Biz yazmamışız…
Neden yazmamıştık?
Belki de “göçer, yörük” olduğumuzdan…
Ben de Yörük’tüm… Benim atalarım da göçer – yörük idi… Onlar da yazmamıştı… Onlar Türk’ün özüydü. Ama Türk’ü yazmadılar; Türklüğü sadece yaşadılar; onlar Türklüğü yaşama derdinde idiler, yazma derdinde değildiler…
Kim bilir; kaç kelimemiz, kaç deyişimiz, kaç atasözümüz, kaç anımız, kaç acımız, kaç sevincimiz, kaç öykümüz yazılmadı; kim bilir…
Üniversitede okuyorken; okuduğum şeyler baña, iki biñ beş yüz yıl öñcesinideki Türklüğü añlatıyordu; hȃlbuki ben, bunları Makedonya’da bir Yörük olarak yaşıyordum… Kendi kendime; ben, Türklüğü kitaplarda mı yoksa bizzat Yörüklerde mi aramalıyım diye düşünüyordum. Soñunda her ikisinde aramaya koyuldum; her ikisi de baña Yörüklüğü añlatıyordu; kitapta okuduklarımı Yörüklerde, Yörüklerde gördüklerimi, duyduklarımı kitaplarda buluyordum… Biz, Yörüklerin, yaşayan Türklük olduğunu añladım…
Makedonya’da yaşayan Yörüklerin Anadolu’daki Türklerle, Asya’daki Türklerle olan bağı beni çok etkiledi… Bu bağ, yazmamda en büyük etken oldu.
2012 yılında İstanbul’dan Alper Aksoy’un Kutlu Töre kitabını (romanını) satın aldım. 2013 yılında bir gün, İştip’ten Raduş’a giderken o kitabı yanıma aldım. Arabada giderken o kitabı okumaya başladım. Kitabı okurken “Alatlamak” kelimesiyle karşılaştım. Bu kelimeyi añlamamıştım, añlamını bilmiyordum. Aynı gün Raduş’tan Kızılalma-Karaman Yörük köyü olan Alikoç’a gittim. O köyde bir nineyi ziyarete gittim. O bilemediğim kelimeyi, “alatlamak” kelimesini, o Yörük nineye sorayım dedim ve sordum. Nine baña: “Alatlamak; acele etmek, çabuk etmek” dedi… Romanda, İran’daki Kaşkay Türkleri añlatılıyordu; Yörük ninesi ise Makedonya’nın Kızılalma-Karaman Yörüklüğü’nde yaşıyordu. Aralarında biñlerce km vardı ve Oğuzlar’ın torunları birbirinden ayrılalı biñ yıl olmuştu. Ama O kelime hem Kaşkay Türkleri’nde hem de Kızılalma-Karaman Yörükleri’nde aynı añlamda yaşıyordu. Ben üniversiteli bir genç olarak bilmediğim bu kelimeyi bir Yörük ninesinden öğrenmiştim…
Çocukluğumdan beri Kızılalma-Karaman Yörük köyü, Aktaş Gerceli (Aktaş Pırnalı) köyünde gider dururum. O köyün yakınlarında bir yerin adının “Yurta” olduğunu kocamışlardan sık sık duyardım. Yörükler, “Yurt/çadır” kurulan yere ve “ağaçtan yapılan kulübeye” “Yurta” derler. 2013 yılında bir kitap satın aldım. Bu kitabı, üzerinde ‘Turanlılar’ yazdığı için almıştım. Kitap; 1918’de İngilizlerin anıkladığı (hazırladığı) İngiliz Gizli Servisi MI5’e Göre Turanlılar Ve Pan-Turanizim adında bir kitap; bu kitapta Dünya Türkleri’nden bahsedilmektedir. Kitabın Altay Türkleri’nden bahseden bölümünde “Yurta” adı geçer… Yurtanın birisi Asya’da, Altay Türkleri’nde; öbürü ise Balkanlar’da, Makedonya’nın Aktaş Dağı’nın Güney eteklerinde, Kızılalma-Karaman Yörüklüğü’nün Aktaş Gercelisi’nde bulunuyor… Aynı kelime her iki yerde de aynı añlama geliyor; hȃlbuki aralarında biñlerce km uzaklık var; birbirlerinden ayrılalı eñ az biñ, biñ beş yüz yıl olmuş… Bu bana, bizim kökümüzün Altaylar olduğunu verdi…
Kimi kişiler vardır, bir kelimenin, kavramın ardına düşerek yaşama felsefesini belirlerler. Ben de bir kelimenin ardına düştüm: bu kelime “Yörük” kelimesidir. Yörük kelimesi ile Türkmen kelimesini, Türkmen kelimesi ile Oğuz kelimesini, Oğuz kelimesi ile Türk kelimesini buldum… Ve soñunda şunu añladım: Yörükler, Türk’ün özüdür. Türk te üç yüz milyona sahip bir ailenin, milletin adıdır…
Yörük atalarımız belki de Türklüğü yaşadıkları için yazmaya gerek duymadılar, yazmadılar. Onların modernizm/kapitalizm diye bir sorunu yoktu; hȃlbuki, çağımızda var. Modern, kapitalist bir dönemde yörüklük yaşanamayacağı için, eñ azından “yazılmalı”… Ben de beşinci sınıfta “Yörük” kelimesinin farkına vardım, üniversitede “Yörüklerin/Yörüklüğün” yazılmasına karar kıldım, şimdi yazıyorum…
Gördüklerim, duyduklarım, yaşadıklarım, okuduklarım ve yukarıda yazdıklarım baña yaz, yazmalısıñ değil, “yazacaksıñ!” dedi.
Amacım yazmak, yazar olmak değil; amacım “Yörüklüğü” gelecek kuşaklara yazılı, kalıcı kılmaktır!
- Bu haber 21-11-2017 tarihinde yayınlanmıştır.