Yeni Şeyler
Rifat Emin
Hiçbirşey eskisi gibi olmayacak. Dijital çağ, bölgesel çatışmaların çoğalması, jeostratejik oyunların hız kazanması, korona pandemisi, yepyeni ileri teknolojiler, sosyal medyalar yoluyla bolca en yeni haberlere kolayca erişim, yeni yaşam tarzı ve yeni düşünme tarzı. Bir nevi post-modern Üçüncü Dünya Savaşı diyebiliriz. İster yakın çevremizde ve etrafımızda, ister tüm dünyada olup bitenlerden hareketle kesinlikle yeni bir döneme, hatta yeni bir çağa adım attığımızı rahatlıkla söyleyebiliriz. Hadi hayırlısı olsun! Bugün internetsiz hayat düşünebiliyor musunuz? Dünya dönüyor. İnsan yeni şeylerin beklentisi içinde dururken, sadece iyi değil, hayırlı olmayan yenilikler de kapımızda...
İnsan birey olarak hayatında yenilikler ister, yeniliği sever. Ama bu eğilim sadece bireysel çapta kalmıyor, yani insanoğlu, yenilikler edinme arzularına sadece kendisini ve yakınlarını dahil etmiyordur. Sıkça görünen şudur ki bu istekler toplumsal çapta, tüm bir kolektifin eğilimi olabiliyor. Diğer insanlar için, tüm toplum için, dünya için yenilikler beklentisi içinde olabiliyor birey. Diğer insanlarla müşterek olarak beraberce paylaşacak yeniliklere doğru yol alabiliyor. Bütün bir topluluğa kazandırılabilecek yeniliklere doğru koşabiliyor insan. Toplumsal yeniliğe, o toplumun tüm insanlarını kapsayacak bir yeniliğe doğru yol almak da var.
Kanımca, insan tabiatının en güçlü temel içgüdülerinden biridir yenilik ihtirası, yenilik opsesyonu.
İnsan kendi şahsi çapında yenilik gelmesini arzular. Ancak tüm insanlık da bir yenilik peşinde koşar gider. İnsan denilen bu kutlu varlık toplumsal düzeyde, hatta tüm dünya genelinde yeniliği sever, kitlesel olarak yenilik peşinde koşar, tüm insanlık adına yenilikten haz alır. İnsan birey olarak kendi hayatında değişiklikler yapmak istediği gibi, yenilikleri arzuladığı gibi, bir toplum da topyekün büyük çapta değişikliklere yol açabilir. Ve açıyor.
Ancak şu da bir gerçek ki, yenilik arzusu yanında, insanın eskiyi kaybetmemek güdüsü de kendi doğasında yer edinmemiş değil. Yani demek istediğim, burada bir paradoks var. Buna paradoks denmez de ne denir?! Neyse ki bu paradoks sayesinde insanoğlunun hem bireysel hem toplumsal gelişme süreçlerinde bir devamlılık, kontinuite, süreğenlik sağalanabiliyor, zincirdeki halkalar misali eski olan yeni olanla buluşup bağlanıyor. Eskiyi yeniye bağlamakla ileri gidilir. Aksi takdirde statiklik-duraksama-stagnasyon baş gösterir. Kontinüite-süreğenlik derken, eskiyi reddetmeden yeniye koşmak gerekli ve önemlidir. Hemşehrimiz Yahya Kemal’in “Kökü mazide olan âtiyim” dizelerini hatırlayarak, yaşadığımız anı, eskiyi yeniye bağlamak için kullanmak gerek.
İnsanı değiştirmek zordur ve bu sebepten de eski olandan vaz geçmek istemiyor. Ancak insan kendisinin değiştirilmesine direndiği gibi diğer yandan yenilik hastasıdır kendisi! İnsanın kendisi zor değişir, insan kendini zor değiştirir, ama değişiklikleri de sever aynı zamanda. Yenilik demek değişiklik demektir. Değişim yeniye giden yoldur. Bu paradoksu çözmeye girişmiyorum çünkü aksi takdirde böyle bir işe kalkışmamız kim bilir nerelere götürür bizi... Burada bir de şunu ilave edeyim: Öyle insanlar vardır ki yeniliğe kapalıdır, yeniyi sevmez, değişikliklere açık değildir, böyle olanların da örnekleri çoktur. İnsan kendi kendisini bile zor değiştirebilir, başkaları tarafından ise çok daha zor! Yenilik getirmek, yenilik yapmak zordur.
Kısaca bir genelleme yapmış olursak, insanların büyük çoğunluğunun yeniyi, yeniliği, yeni şeyleri sevdiğini gözlemleyebiliriz. Bunlar yeniye doğru yönlendirir bakışını, yeniye odaklanır. Yeni olan ilgi çeker, celbeder. En basitçe örnekler vereyim: herkesin hayalinde en yeni model telefon, en yeni moda kıyafetler, yeni otomobil, yeni yemek tarifi öğrenmek, vs. Yaradılış itibariyle insan tabiatının gerektirdiği bir şey bu.
Ancak yeniye olan ilgiyi sadece bu boyutta ele alırsak yazım asıl mesajını ulaştırmadan kalabilir. Biri mikro, diğeri makro ölçekte olmak üzere iki ayrı yenilik arayışları arasındaki irtibatı ve farkları irdelemeye çalışacağım naçizane.
Mikro ile makro düzeyde iki tür yenilik arayışlarından az-çok bahsettik yazımın ilk bölümünde. Şimdi makro boyutunu açmaya çalışayım kısa kısa. Sadece eşyada değil, - daha geniş çapta, daha büyük ölçekte bakıldığında, - yeniliklerin her alanda, her boyutta, her yerde, her düzeyde, her işte, arzu edilen bir şey olduğunu söyleyebiliriz. Bu sebepten olacak ki insanoğlunun yeniye olan düşkünlüğü, çok daha geniş perspektifte, farklı bazı açılardan ele alınmaya değer. Yeni olan, insanın faaliyet gösterdiği her alanda aranılır. Dünyanın hali böyle. İnsanlık hali. “Yeni dünya düzeni”, yeni toplumsal düzen, yeni kanunlar, yeni örgütlenme çeşitleri, yeni devletler meydana getirme, yeni sanat akımları...
Hem mikro hem de makro boyutta (bu iki terimin dilimizde “cüz’î” ve “küllî” olarak da tanımlanması mümkün müdür diye kendime soruyorum) insanın daima ne türlü ve nasıl yeniliklerin peşinde koştuğunu saymaya kalkarsak, sonu gelmez. Bu yüzden, ne tür yenilik, ne kadar çeşit yenilik, nasıl bir yenilik isteniyor sorusuna vereceğimiz cevap uzar da uzar. Yenilik tutkusu tüm insanlığın ortak bir vasfıdır diyerek buraya bir nokta koyuyorum.
Makro ölçeklerde, toplumsal düzeyde insan topluluklarının yeniliğe duydukları ihtiyaç insanoğlunun kaderidir. Kitlesel boyutlarda farklı sayılarda bireyler bir araya gelip aynı yeniliği arzu edebilir, insanlar kendi aralarında birbiri için aynı yenilik peşinde olabilirler. Ortak bir yenilik için müşterek olarak çalışabilirler.
Ancak bir bireyin en ufak (mikro) şeylerin yenisine ulaşmak isteği, sözünü ettiğim büyük (makro) düşünce tarzına duyulan ihtiyacın köküdür, en ufak hücresidir. Bazen bir tek insanın düşüncelerindeki yeniye yöneliş eğilimlerinin tetiklediği etki sayısız insana yayılabilir ve ulaşabilir, kitleleri kapsar ve büyük değişikliklerin motoru olabilir.
Mikro ve makro ölçeklerdeki ayrı ayrı farklı yenilik güdülerinden bahsederken, her ikisinin beraberliği ile bütünlüğünden de söz edebiliriz. Nasıl olsa, ister mikro olsun, ister makro, yenilik tutkusu insan kaynaklıdır.
Yeniliğe en çok tutkulu olanlar arasında hiç şüphesiz ki sanatçılar yer alır. Yenilik ve sanat ilişkisi üzerinde kısaca durmazsak konunun önemli bir katmanını es geçmiş oluruz düşüncesindeyim. Yenilik ve sanat içiçedir. Yenilik aramak hakiki sanatın vazgeçilmezidir. Yeni bir deyiş getirmeyen başarılı sanat eserinden söz edemeyiz. Bu şarttır. Gerçek sanatçı diğer sanatçılardan farklı olacaktır, bunu başarmak için yenilikçi olmak gerek. Başarılı sanatçı bir öncekisinin yenisi olmalı. Böylece sanat tarihinde devamlılık ve süreğenlik sağlanır. Herşeyin bir devinim halinde olduğu gibi sanat da böyledir. Sanatçının yeniliğe eğilimi, bir öncekisini taklitten vazgeçip yeni bir güzellik getirmesiyle sonuçlanır. Böylece başarılı sanatçı yeni bir ifade şekli ortaya koyarak sanat tarihinde yeni bir sayfa açmış olur. Diğer meslektaşlarından hep bir adım önde giden sanatçı yeniliği yakalayabilir ve o zaman adını sanat tarihinde altın harflerle yazdırmış olur, taklit edenler ise unutulur.
“Yeni” konusunda azcık daha tefekkür. Vahdet-i vücud tasavvuf ekolünü ortaya atan Şeyh-ül Ekber Muhyiddin İbn Arabi’nin bir yerde “Söylenmemiş söz kalmadı” dediğini duymuştum. Oysa bizim Mevlana Celaleddin-i Rumi diyor ki: “Yeni şeyler söylemek lazım”. Yenilikçilik bir ilkedir, her yerde, her alanda yerini bulur. Yenilik yapmak, sadece varolan gerçekleri görmekle olmaz. Yeni söz söylemek, yenilik ortaya atmak, yeni şeyler üretmek, mucit, kâşif olmak gerek. Bunu başarmak için fantastik, hayali, ulvi, sıradışı, fevkalade konu ve boyutlarda olağanüstü bir şekilde kafa yormak gerek. Zaman akıp geçtikçe dün yeni olan artık bugün eskimeye başlar ve yeni “yeniler” peşinde koşmaya koyuluruz. Yani yeni olanı zaman eskitir ve yeni yenilikler beklenir ve gelir. İmkânsızı başarmaktır bazen yenilik.
Yeniyi elde ederken duyduğu haz, yeniliklerle gelen kazanımların yaşanması insanı mutlu eder. Ancak her yenilik müspet olmayabilir. Hatta zararlı bile olabilir. Ancak bu boyutun ayrıntılarına girmeyelim.
Teknoloji çağı kapsadı her yanımızı. Teknoloji büyük hızla yeni merhaleler katediyor. En başta, üretilmiş var olan yeni teknolojiyi kullanıyoruz. Ondan sonra bu teknolojinin tıpkısını üretiyoruz, kullanmaktan üretmeye geçiyoruz, bu daha az gelişmiş toplumlar için bir yeniliktir. En sonunda da, keşfetmek aşamasına geçiş yaparak, mucitlik yapıyoruz, yani önceden yok olan üretilmemiş tamamen yepyeni bir teknoloji ürünü tasarlayarak üretiyoruz, buysa hayal etmekle mümkün olur.
Türk halk dehasının tecelli ettiği atasözlerimizin dediği gibi “Eski köye yeni adet getirmek zor”. Ancak yaşadığımız zamanın dolambaçlı süreçlerinde ayakta kalabilmek için bunu yapmak zorundayız. Azimli olmak gerek. Geçmiş ile önümüzdeki yenilikler arasında sıkışmış halde kalacak yerde, bunu avantaja dönüştürmeli.
- Bu haber 04-01-2021 tarihinde yayınlanmıştır.