Makedonya-Çalıklı Köyünde Hıdırellez Âdetleri
Makedonya’da yaşayan Türkler yüzyıllar boyunca millî ve manevi değerlerini muhafaza etmiş, âdet, gelenek-göreneklerini yaşatmak için çabalayıp durmuşlardır. Bu âdetlerden en göze çarpanı da Hıdırellez âdetidir (baharı karşılama âdeti olarak da adlandırabiliriz). Hıdırellez âdetlerine geçmeden evvel bu güne niye Hıdırellez demişler? Bu günün özelliği ne? Onu anlamamız gerekmektedir. Hıdırellezin (Hızır ile İlyas a.s) hikâyesi şöyle rivayet edilmektedir:
Bir rivayete göre;
Denizlerin ermişi İlyas ile karaların ermişi Hızır’ın buluşacağı gecedir. Her yıl vakti geldiğinde buluşurlar, şayet buluşamazlarsa deniz denizlikten çıkar, toprak topraklığını yitirir. Tek bir canlı doğmaz, üremez, uçmaz, konmaz. Yani kıyametin habercileri Hızır ve İlyas olacaktır diye rivayet edilmektedir.
Yine bir başka rivayete göre de;
Her yıl Mayıs’ın 5’ni 6’ya bağlayan gece dünyanın bir yerinde buluşurlar. Onların buluştukları yerde bahar farklıdır. Çiçekler daha bol, daha büyük, gökyüzü daha başka mavi olurmuş. İnekler bol süt verir, insanlar uzun yaşar, kurt kuş ölmezmiş.
O gece, buluşmanın olduğu gece biri mağripten (batıdan) biri maşrıktan (doğudan) iki yıldız doğar. Hızır’la, İlyas’ın buluştuğu yerin tepesine kayarak gelirler ve orada birleşirler. Hızır ile İlyas’ ın üzerine ışık olup yağarlar. Hızır’la İlyas’ın el ele tutuştuğu, yıldızların gökte birleştiği anda dünyada her şey durur. Akarsular donar, akmaz olur, rüzgâr esmez, yapraklar kımıldamaz, damarlardaki kan bile akmaz durur. Her şey durur, hiçbir şey kımıldamaz. Dünya bir anda ölür.
Sonra her şey yeniden uyanır, bir yaşam patlar tam da orada. İşte bu yüzden insanlar bu birleşen yıldızları görmek için evlerinden yüksek tepelere giderler, dam başlarında, akarsu dibinde dururlar. Dururlar ki o her şeyin donduğu anda dileklerini söyleyebilsinler. O anda, suların durduğu zamanda, o yıldızların birleştiği anda kim ne dilekte bulunursa o olur (her şeyin durduğu anda dileklerin dilenmesi gerek, öncesinde veya sonrasında değil).
Hatta Kul Hüseyin adında bir çiftçi bir anda istediği aklına gelmeyince şöyle demiş: Ya Allah, Ya Hızır, Ya İlyas; şu tepeyi ırmağın karşısına geçir demiş tabiî sonra kendi istediği aklına gelmiş, lâkin çoktan iş işten geçmiştir. Dileği diledikten sonra uyuya kalmış, sabah uyandığında da ırmağın karşısındalarmış (alıntıdır). İşte Hıdırellez hakkında anlatılan hikâyeler bunlardır, tabiî daha başka rivayetler de mevcuttur. Çalıklı köyünde de Hıdırellez hakkında bu rivayetlere benzer şeyler anlatılmaktadır.
Valandovo-Çalıklı köyünde, Hıdırellez’e bir hafta kala evlerde genel temizlik (ev çırpma/ yani evi badana-boya yapar, bütün halıları yıkarlar) yapmaya başlarlar. Hıdırellez gününde temizlik yapılmaz. Çamaşır-bulaşık dahi yıkanmaz. 6 Mayıs Hıdırellez sabahı ise tüm ahali henüz güneş doğmadan önce “Yeşillenmek” için evlerinden çıkarlar ve dağlara ya da yüksek tepelerdeki bayırlara doğru giderler. Bunu yaparken de komşuların duyacağı bir sesle onları da çağırırlar ki uykuda olan kimse kalmasın. Eğer Hıdırellez sabahı uykuda geçirilirse bütün senenin de böyle uyuşuk-uykulu ve hastalıklı geçeceğine inanılır.
Dağ başına çıkıldıktan sonra çimenlik olan bir yer seçilir ve köy halkı orada (çimenlerin üstüne yatıp) yuvarlanmaya başlar. Bu uygulamanın kişiye sağlık, bereket, ferahlık, getireceğine inanılıyor. Bazı ağaçların da şifa verdiğine inanılıyor; örneğin dut ağacına sarılıp “dut dut ağrımı yut”. denir (dut ağacının ağrıları yuttuğuna inanılıyor). Bunun haricinde çınar ağacı içinde aynı uygulama yapılıyor; çınar ağacının da ihtişamlı ve uzun ömürlü bir ağaç olduğu için bu haliyle geçmiş ve gelecek arasında bir bağ kurduğuna inanılıyor. Çınar ağacı hakkında bir başka inanış da, çocukların uzun ömürlü, nesillerin kıyamete kadar devam etmesi gibi inanışların dışında çınar ağacının kökü derinlerde başı da göklerde olduğu için gücü, kuvveti ve asilliği de simgelediğine inanılıyor. Bu saymış olduğum uygulamalar icrâ edilenlerin sadece bir kısmıdır. Bunlar bittikten sonra herkes evlerine dönmeye koyulur; tabiî eve dönerken yeşillik koparmayı da unutmazlar (çiçek, ot, çınar budakları v.b). Bu yeşillikleri evlerinin kapılarına veya yapılarına asarlar (en fazla halkın da deyişiyle “gıciklen” otunu asarlar yani “ısırgan”, bu otun evleri kötülüklerden muhafaza ettiğine inanılıyor); gelenler anlasın ki bu evde Hıdırellez kutlanıyor. Bunun haricinde evdeki hastalığı, uğursuzluğu uzaklaştırıp, bolluk, bereket ve selameti getireceğine inanılıyor. Hatta bazıları üstlerine-başlarına da yeşil yapraklar, güller ve çiçekler takarlar. Bu günde (Hıdırellez gününde), hiç kimseler çalışmaz, halk işini gücünü bırakıp, Hıdırellez’i kutlar. O gün tam manasıyla evlerde şenlik havası esmektedir, herkes de ayrı bir heyecan ve mutluluk vardır.
Son olarak gelenek-görenek ve âdetlerin önemini belirtmek için şunu ekleyebilirim ki; bir milletin bekası, millî ve manevi değerlere sahip çıkmasıyla mümkün olmaktadır. Çünkü bu değerler bizlerin birlik, beraberlik ve dayanışma içerisinde yaşamamızı sağlayan ortak faktörlerimizin en başında gelenlerindendir. Eğer bu değerlerimize sahip çıkmazsak, başka milletleri taklit yoluna düşeceğiz ve kendi değerlerimizi unutup yabancılaşacağız. Şunu unutmayalım ki başka milletleri taklit yoluna düşenler târih sahnesinden silinip gitmişlerdir. Bir toplumu içten yok etmek isteyenler, ilk olarak örf, âdet ve geleneklerden başlar, zira bunlar olmadıktan sonra bir milletin ayakta kalabilmesi imkânsızdır. Bizler, bu manevi değerler sayesinde ayakta kalıp “biz de varız” diyebiliyoruz.
Bilge Kağan atamız ne demiş; Türk Oğuz Beyleri, budunum (milletim) işitin! Üstte mavi gök basmasa, altta yağız yer çökmese, Türk budunu, ilini, töreni kim bozabilir? Türk budunu, kendine gel, aklını başına devşir!
Burcu Ali
- Bu haber 06-05-2017 tarihinde yayınlanmıştır.