Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Osman Mert: “Türk Dil Kurumu sadece Türkiye’nin bir kurumu değil, Türkçenin Kurumudur”
Makedonyalı Türkologların bir araya geldiği çalıştaya katılmak üzere ülkemizi ziyaret eden Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Osman Mert ile mülakat gerçekleştirdik.
Türkçenin bu bölgedeki varlığı ve Türk Dil Kurumu’nun çalışmaları gibi konularda sorularımızı yanıtlayan Mert, ‘ben’ kavramını bir tarafa bırakıp ‘biz’ olarak hareket edilmesi gerektiğini söyledi.
- - - Makedonyalı Türkologlarla bir araya gelmek üzere Üsküp’e geldiniz. Bu ziyaretiniz sizin için ne anlam ifade ediyor?
“Bu coğrafyayla bizim kültür ilişkimiz yeni değil. Oğuzları esas alırsak, Osmanlı’yı esas alırsak 600 yıllık bir ilişki söz konusu. Ama ondan önce Kumanların ve Kıpçakların da bu coğrafyaya geldiğini biliyoruz. Kumanova adı bunun en güzel delillerinden biri. 600 yılda bizim kültürümüz, buradaki yerel kültürlerle birlikte, iç içe yaşadı. Bunun neticesinde bu gün Sırpçada 9 binin üzerinde Türkçe kelime var. Makedonca’da 3 binin üzerinde Türkçe kelime var. Bu aynı zamanda şu anlama gelir, bizim kültürlerimiz önemli ölçüde birbirine etki yapmış ya da birbirinin içine girmiş. Aslında somut olarak bölgede yaşananlar hem dile yansıyor, hem mezarlıklara yansıyor hem de günlük hayata yansıyor. Bu insanlar bu coğrafyada, günlük hayatta birlikte, mezarlıkta birlikte, dilde ve kültürde birlikte, bunu gösteriyor. Aynı zamanda kader birliği olduğu kanaatindeyim. Çünkü ‘coğrafya kaderdir’ derler. Dolayısıyla her ne kadar Osmanlı yıkıldıktan sonra bu bölgede Türkçe yönetici diliyken, yönetilen diline dönüşse de burayla Türkiye’nin ya da Osmanlı merkezinin bağlarını koparma ihtimali düşünülemez. Şimdi bizim burada kültürel ve genetik bağlarımız var. Atalarımız burada, buradakilerin atalarıyla birlikte yatıyor. Yani bu coğrafyaya bizim aslında vefa borcumuz var. Çünkü bu coğrafyadan aynı zamanda Çanakkale’de, kurtuluş savaşında ölen binlerce şehit var. Gidip orada şehit olan insanlar var.”
"Balkanlardaki bütün Türkoloji bölümlerine bir mektup gönderdim. Buradaki amacım şu; Biz sizin için ne yapabiliriz?”
- - - Türk Dil Kurumu olarak Balkan ülkeleriyle veya özelde Makedonya ile ilişkiler kurulması konusuda düşüncelerinizi paylaşır mısınız?
“Türk Dil Kurumu aslında Türkçenin kurumudur, Türkçenin sınırları da Türkiye’nin siyasi sınırları ile malumunuz olduğu üzere aynı değildir. Türkçenin başladığı yerde başlar, bittiği yerde biter. Dolayısıyla Türk Dil Kurumu sadece Türkiye’nin kurumu ya da Türkiye sınırları içerisinde iş yapan ya da iş yapması gereken bir kurum değil. Şu ana kadar Türk Dil Kurumu Türkiye Cumhuriyetlerine ağırlık vermiş, ikili ilişkileri geliştirme konusunda. Tamam, orada güzel yollar aldık, güzel yol kat ettik, bunu kabul ediyorum.
Fakat sonra baktım ki, Balkanlarda yokuz. Balkanlarda bu canlı ilişki ağını oluşturamamışız. Bunun üzerine Balkanlardaki bütün Türkoloji bölümlerine bir mektup gönderdim. Buradaki amacım şu; Biz sizin için ne yapabiliriz? Eğer burada birisi Türkçe öğretiyorsa veya Türkçe konuşuyorsa bu kültürü temsil ediyor, bu kültüre hizmet ediyor. Siz bizi temsil ediyorsunuz. Dolayısıyla biz size ne yapabiliriz? Siz bizim adımıza zaten kültür adına, Türkçe adına bir şey yapıyorsunuz ama biz sizin için ne yapıyoruz ya da ne yapabiliriz? Onun için bu ikili işbirliğini geliştirmek adına mektuplar gönderdim. İlk davet Kosova’dan Ergin Bey’den gelmişti. İki konferans ve bir televizyon programına katıldım. Yine dil ve kimlik üzerineydi konumuz. Sonra buraya geldim. Burada da amacımız şu; Halkalarımız, devletlerimiz yararına biz neler yapabiliriz? Buradaki halklar derken, az önce de söyledim kültür olarak birbirimize zaten büyük oranda işlemişiz. Burada etnik kökenin çok önemli olmadığı kanaatindeyim, 21. yüzyılda. Kültürümüzü yaşatan, kültürümüze hizmet eden ya da bugün çok güzel ilişkilerimiz var Makedonya ve Türkiye Cumhuriyeti olarak, biz bu ilişkileri daha ileriye nasıl taşırız, daha ileriye nasıl götürürüz? Bu kültürel ilişkileri daha nasıl geliştirebiliriz? Bir temas kurmak istedim ama burada amacım temas kurup bırakmak değil. Bir canlı ilişkiler ağı oluşturup sürdürmek ve sürdürülebilir kılmak. Ama bunun merkezinde iki devletin ve iki devletin halklarının çıkarları yararına olan işler düşünüp, bunları yapabilmek amacıyla bugün buradayım.”
- - - Balkanlarla ilgili hayata geçirmeyi planladığınız çalışma var mı?
“Kosova’ya gittim, Makedonya’ya geldim, önümüzdeki dönemde Bulgaristan ve Romanya’daki Türkoloji bölümlerini aynı şekilde ziyaret etmeyi planlıyorum. Ondan sonra da bir aksilik olmazsa Balkan Türkologlarının, Balkanlarda Türk kültürü, Türkoloji üzerine çalışan akademisyenleri bir araya getirmeyi planlıyoruz. Hem bir tanışma hem bir kaynaşma hem bir bilgi alışverişi sağlayabilmek amacıyla. Çünkü onlar arasında da bir ‘network’ oluşturmamız gerektiği kanaatindeyim. Bizim üzerimizden de Türk dünyası ve Türkiye ve dünya ile bir iletişim kurabilmeleri için. Tabii bu arada bizim yapmamız gereken işlerden birisi kurum yayınlarını buradaki Türkoloji bölümlerine ya da Türkoloji Bölümü bulunan üniversitelerin kütüphanelerine ulaştırmak. Bunu bütün görüşmelerimizde dile getirdik. İnşallah talep edildiği takdirde önümüzdeki süreçte kurum yayınlarını bu coğrafyaya ulaştıracağız.”
“Üsküp’te sokağa çıktığımda hep Türkçe duyuyorum, Türkleri görüyorum”
- - - Küreselleşme, teknolojinin gelişimi, Türkoloji bölümlerinde öğrenci sayısının azalması gibi etkenler göz önünde bulundurulduğunda Türkçenin ve Türkoloji’nin geleceğini nerede görüyorsunuz?
“Bahsettiğiniz çok önemli bir konu. Var olma ve yok olma konusu. Dil yaşadığı sürece kültür yaşar, kimlik yaşar. Dil eğer bir bölgede günlük hayatta ikinci dil pozisyonuna düşerse ölme sürecine girmiş demektir. Orada geri dönüş zor olabilir veya olmayabilir. Şimdi Osmanlı’nın buradan çekildiği dönemi düşünürseniz Balkan savaşları sonrası, burada bizim kültürümüz yöneticiyken yönetilen kültür haline gelir. Türkçe bu coğrafyada yönetici diliyken, yönetilen dil haline geldi. Yöneticinin dili her zaman önemlidir. Bu süre içerisinde Türkçe burada geriledi. Türkçe ikinci dil pozisyonuna düştü fakat 1991 sonrası bölgenin tekrar şekillenmesiyle, bölgenin Türkiye Cumhuriyeti ile olan kültürel, ticari, turizm vesaire ilişkileri canlandı ve artarak devam ediyor. Mesela ben Üsküp’te sokağa çıktığımda hep Türkçe duyuyorum, Türkleri görüyorum. Kosova’ya gidiyorum, Türkiye’den gelen turistleri görüyorum, Bosna’ya gidiyorum, Türkiye’den turistleri görüyorum. Yoğun bir turist akışı var Türkiye’den.
Buradan gidip Türkiye’de eğitim alan çok ciddi bir öğrenci grubu var. Türkiye’de akrabaları olanlar var, Türkiye’de ticaret yapanlar var. Dolayısıyla bu kültürel ve ticari ilişkilerin gelişmesiyle, kültürel temasın artmasıyla ve medyanın geçmişe göre günümüzde daha belirleyici, daha etkili olması nedeniyle Balkanlarda 1991 sonrası Türkçe tekrar geri dönüş yaşamaya başladı. Burada Türk dizilerinin de etkisi var. Balkanlarda ya da Osmanlının tarihî coğrafyasında Türkçe tekrar canlanmaya, tekrar gelişmeye başladı.
Bu, burada yaşayan insanların insanların tercihi. Ama bunun yanında bölgede bir de ana dilini unutan Türk köyleri var. İnşallah onlar için de talep olması durumunda mutlaka bir çözüm geliştirilecektir diye düşünüyorum. Olmazsa olmaz, bu bir görevdir, hepimiz için. Bu soruyu 20 yıl önce, 30 yıl önce sorsaydınız. Balkanlarda Türkçenin ölme sürecine girdiğini söylerdim size. Ama şu an tersini söylüyorum. Şu an bahsettiğimiz o gelişmelerden dolayı Balkanlarda Türkçe tekrar canlanmaya, tekrar yayılmaya, tekrar yaygın kullanılmaya başlandı. Bunun da artık geri dönüşü yok, çünkü medya gelişti, bugün öyle zannediyorum, burada Türk kökenlilerin hepsi Türkiye televizyonlarını izliyorlardır. İnternetten bütün gazetelere hepimiz ulaşabiliyoruz. Medyaya ulaşabiliyoruz.
Mesela Türk müziklerinin, Anadolu müziklerinin çok yaygın dinlendiğini görüyorum. Bunu Özbekistan’da görüyorum, Türkmenistan’da görüyorum, Azerbaycan’da görüyorum, diğer Türk cumhuriyetlerinde görüyorum. Yani bizi bir araya getirecek önemli değerlerimiz var, kavramlarımız var, kültürel özelliklerimiz var.
“Dil sadece bir iletişim aracı değildir, dil aynı zamanda kültür aktarma aracıdır”
Aslında globalleşmenin çok kötü yanları var, globalleşmeyle dillerin ve kültürlerin sınırları kalktı, bütün dünya kültürleri globalleşmeden etkileniyor. Fakat globalleşmenin bir de avantajları var. Bizim burada globalleşmenin avantajlarını kullanmamız gerektiği kanaatindeyim. Buna uygun politikalar geliştirmemiz gerektiği kanaatindeyim. Burada en önemli konulardan birisi, dil sadece bir iletişim aracı değildir, dil aynı zamanda bir kültür aktarma aracıdır. Her kelimenin bir iletişim boyutu olsa da dil bir kültür aktarma aracıdır. Dolayısıyla biz burada çocuklarımıza dillerini mutlaka öğretebilmeliyiz ve geçmişten atalarımızın binlerce yıldır bize ulaştırdığı kültürel özellikleri onlara aktarabilmeliyiz. Yoksa kültüre karşı, atalarımıza karşı sorumluluğumuzu yerine getirmiş olmayız. Bu bilinçle hareket etmeliyiz, bu hepimizin görevi. Bizim yetkililer olarak sorumluluğunuz daha da fazla. Onun için buralardayız. Bunu birlikte başarabileceğimize inanıyorum. Bunu köprüleri canlı tutarak, aksamadan yapmalıyız.
Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ferdi olarak ya da bir kurum yetkilisi olarak, bizler sizinle değerliyiz, bizler sizinle daha anlamlıyız. Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenliği Edirne’de başlamaz. Kosova’da başlar, Makedonya’da başlar. Onun için, işe güvenlik açısından da baksanız, stratejik açıdan da baksanız, kültürel açıdan da baksanız, coğrafya açısından da baksanız, bizim için bu coğrafya önemlidir.
Size az önce birkaç kez söyledim. Benim atalarım Arnavut ve Makedon kardeşlerimin atalarıyla bu coğrafyada yan yana yatıyor. Hiçkimsenin değiştiremeyeceği gerçekler bunlar. Bugün onların torunları da burada yine yan yana yaşıyor. Çok şükür huzur içinde. Bu da bence dünyaya model olabilecek tarzda başarılı diye görüyorum dışarıdan.”
“Dil sürekli gelişen, değişen bir kavram, dolayısıyla bu sözlüklerin de güncellenmesi gerekiyor”
- - - Kurumunuzun sözlüklerle ilgili çok önemli çalışmaları var, bu alanda ilerideki dönemde planladığınız çalışmar var mı?
“Türkçenin tarihî dönemleri, Türk lehçeleri gibi konularla ilgili çalışma yapmak, sözlükler hazırlamak ve yayınlamak bizim asli görevimiz. Fakat biz aynı zamanda Türkçenin etkileşime girdiği dillerle ilgili de sözlükler yayınlıyoruz. Mesela Sırpça-Türkçe ve Türkçe-Sırpça veya Makedonca-Türkçe ve Türkçe-Makedonca gibi çalışmalar şu ana kadar yapılmış, yayınlanmış fakat dil biliyorsunuz sürekli gelişen, değişen bir kavram. Dolayısıyla bu sözlüklerin de güncellenmesi gerekiyor. Ayrıca bu bölgede yapılmış kültürümüzün mevcut durumuyla ilgili veya bu bölgedeki Türkçeyle ilgili değerli çalışmalar var. Hem sözlük çalışmaları hem derleme çalışmaları hem folklor çalışmaları, bunların hepsi bizim için çok önemli. Bunların korunması, yayınlanması ve geleceğe taşınması gerekir. Bunun için de biz kurum olarak elimizden geleni yapmak zorundayız. Yapabiliriz demiyorum, yapmak zorundayız. Ama bunu birlikte başarmak zorundayız. Ben tek başıma bunları yapamam.”
“ ‘Biz’ olalım diyorum, ‘Ben’i dışarıda bırakalım”
- - - Son olarak okuyucularımıza mesajınız ne olurdu?
“Son olarak ‘biz’ olalım diyorum. ‘Ben’i dışarıda bırakalım. Söz konusu olan devletse, söz konusu olan milletse, söz konusu olan kültürümüzse, kimliğimizse, dilimizse ‘ben’ kavramını bir tarafa bırakıp, ‘biz’ olalım. Biz ‘biz’ olabilirsek çok şeyi başarabileceğimizi biliyorum. Ama lütfen ‘biz’ olmayı deneyelim. Şunu söylüyorum, ben Atatürk değilim, ben Atatürk olamam. Fakat hepimiz bilgimizi, tecrübemizi, enerjimizi, zamanımızı birleştirerek, -hepimiz birlikte- Atatürk olmayı deneyebiliriz diye düşünüyorum.”
Mürteza Sulooca
- Bu haber 27-05-2024 tarihinde yayınlanmıştır.