Balkan Türk Tarihi Açısından Ehemmiyetli İki Mekan:
Ahmet Hamdi Tanpınar; “Mazi daima mevcuttur. Kendimiz olarak yaşayabilmek için, onunla her an hesaplaşmaya ve anlaşmaya mecburuz” diyor.
“Mekân-şair ruhu” ilişkisinin en somutlaşmış numunelerini “Beş Şehir” başta olmak üzere bütün eserlerine sindirmiş bir fikir işçisi olan Tanpınar böyle diyor. “Tarihten kaçamazsınız” diyor yani…
Yaşadığınız mekânın tarihten fışkıran ruhu (eğer var ise) sizi istemeseniz de, farkında olmasanız da sarıp sarmalar…
O mekânla ilgili hiç bilginiz olmasa da; Bilecik’in, İznik’in, Erzurum’un, Bursa’nın, Saraybosna’nın, Prizren’in, Üsküp’ün, İşkodra’nın, Şumnu’nun, Filibe’nin, Semerkand’ın, Kerkük’ün, Bakü’nün… ruhu sizi tarihi eserleriyle sarar… Anne kucağının rahatlığını, yürümeye yeni başlayan bir çocuğun çevresini keşfetmeye başladığı andaki merak ve iştiyakını duyarsınız bu tarih ve medeniyet şehirlerinde…
Ne kadar “ihmalimizin haksız muhatapları” olsalar da, o mekânlar bir şekilde kendisini hatırlatır bizlere…
İsteseniz de, istemeseniz de…
İşte böyle bir mekan Lapseki’nin Çardak bucağı… 15.yüzyılda Gelibolu sancak beyi olan Yakup Bey tarafından inşa edilen külliyenin kalıntıları olan camisi, hanı ve hamamı ile, asırlardan kalan ve “medeniyetimizin son ve sessiz bekçileri” sayılan mezar taşı şahideleri ile Çardak, Türk ve Balkan tarihine, kültürüne, medeniyetine birazcık merakı olan herkesi sarıp sarmalar…
Ancak bütün bu görkemli mekânların yanında iki mütevazı mekân vardır ki; keşfettiğinizde, ilk defa görüp duyduğunuzda, ilginizi çekmeyi hemen başarır… Birisi “Salbaş(Salbaşı) Ağacı”, diğeri de “Alemsultan Mevkisi”.
“Salbaş(Salbaşı) Ağacı”: Balkan topraklarında ilk fetihleri gerçekleştiren “Gazi Süleyman Paşa’nın ilk sal’ı yaptığı ağaç” olarak, çevredeki insanların hafızasında nesilden nesile hatırasını yüzlerce yıl aktaran ağaç… Sanki bu ağaç bir zamanlar gür dallarını; Edirne’ye, Kırklareli’ne, Tekirdağ’a, Filibe’ye, Kırcaali’ye, Plevne’ye, Debre’ye, Niş’e, Sancak’a, Travnik’e, Konçe’ye, Kocacık’a, Prizren’e, Nazlı Budin’e ve hatta Viyana’ya uzatmış gibidir…
“Alemsultan Mevkisi”: Türk sultanının ilk kez alem’ini yani bayrağını diktiği yer olarak asırlardan beri halkın hatırasında canlı kalan yer…İnsan buraya biraz dikkatli bakınca; bu sancağın daha sonraki yıllarda Gelibolu’ya, Ferecik’e, Gümülcine’ye, İskeçe’ye, Selanik’e, Manastır’a, Gostivar’a, Vidin’e dikildiğini hayal edebilir…
Bu mekânların sadece Türk ve Balkan tarihindeki önemi değildir sizi şaşırtan… Aynı zamanda, bu kadar önemli birer mekân olmalarına rağmen nasıl olur da bu kadar gözden uzak ve bu kadar yalnız olduklarına da şaşırırsınız…
Hatta bu mekânların önemini öğrendiğinizde, yakınlarındaki Çanakkale otoyolundan geçen binlerce araç içerisindeki yüzbinlerce yolcunun, nasıl olup da böylesine önemli mekânların bu kadar yakınından habersiz ve umursamazca geçtiğine şaşırırsınız… Her geçen yolcunun, “Salbaş(Salbaşı) Ağacı” ve “Alemsultan Mevkisi”ni görmek için, yüzyıllar önce yaşanan “Balkanlar’a ilk geçiş” duygusunu yeniden yaşamak için can atacağı muhakkaktır… Yeter ki bu yerler bilinsin ve bildirilsin…
Yüzlerce yıl önce, Anadolu üzerinden Balkan bölgesine geçilmek suretiyle yazılan destanın, Viyana’ya kadar her karış toprağına medeniyet numunesi bırakılan Balkanlar’daki milli maceramızın tabiri caizse “sıçrama tahtası”dır bu iki mekân…
Malazgirt nasıl ki “Anadolu’nun kapısının açıldığı” yer olarak ulviliğini hafızalarımıza nakşetmişse, belki de Çardak’taki bu mekânlar da “Balkanlar’ın kapısının açıldığı” noktalar olarak gelecek nesillerimizin körpe dimağlarına kazınmalı… Çardak’tan Gelibolu’ya uzanan bir kutlu yolculuğun şahididir bu mekânlar… Destanını satır satır ezberlememiz gereken Gelibolu ve Çanakkale’nin “dibacesi”, girişi, ön sözüdür dersek yeridir bu iki yer için: “Salbaş(Salbaşı) Ağacı” ve “Alemsultan Mevkisi”
Mevlid şairi Süleyman Çelebi’nin dedesi Şeyh Mahmud;
“Keramet gösterip halka suya seccade salmışsın;
Yakasın Rumeli’nin dest-i takva ile almışsın.”diyor Orhan Gazi’nin büyük oğlu Süleyman Şah için…
Gazi Süleyman Paşa’nın yiğit komutanları var idi… Her biri “şehir kurmaya” da “şehadete ermeye” de her dem hazır olan komutanları... Can yoldaşları… Karaca Bey ile, Ece Bey ile, Murad Bey ile, Hacı İlbeyi ile, Lala Şahin Paşa ile, Evranos Gazi ile, Gazi Fazıl Bey ile, Sevindik ile geçti Balkan topraklarına, Gelibolu’ya Süleyman Paşa… Ve daha nice isimsiz gazi ve şehit namzeti ile geçti…
“Şehzade Sultan Süleyman hem vezir, hem şahımız;
Geçtiler Rumeli’ye sal ile arttı şanımız.”
diyor, Yahya Kemal’in tekbir için kullandığı tabirle “saltanatlı” Mehter marşı…
Şehzade Sultan Süleyman’ın Balkan topraklarına geçişinin bizim “şanımızı arttırmasını” istiyorsak;
1.Yüzlerce yıl önce, Anadolu üzerinden Balkan bölgesine geçilmek suretiyle yazılan Balkan destanının “sıçrama tahtası”, “dibacesi” yani “ön sözü” olan bu iki mekân, vefa duygusu ile ıslah edilmeli,
2.Bir diğer destanımız olan Çanakkale’nin de dibacesi sayılan bu iki “hatıra mekân”, Çanakkale turlarımıza dahil edilmelidir.
3.Nasıl ki Çanakkale’deki şehitliklerimizin her çocuğumuz, her öğrencimiz tarafından en geç okul çağı bitene kadar bir kere olsun görülmesi gerekiyorsa, layıkıyla ıslah edilmiş olan “Salbaş(Salbaşı) Ağacı” ve “Alemsultan Mevkisi” de gençlerimizin hafızasına kazınmalıdır.
Belki bunlar yapılırsa;
1.Gençlerimiz,“Şehzade Sultan Süleyman hem vezir, hem şahımız;
Geçtiler Rumeli’ye sal ile arttı şanımız.” sözünün anlamını ilk defa tam olarak öğrenir!
2.“Salbaş(Salbaşı) Ağacı” ve “Alemsultan Mevkisi” de gençlerimiz tarafından bilinir. Ve daha önemlisi; sorumluluk sahibi olan bizler de, “Gençlerimiz, Balkanlar’a geçişimizin bu iki güzide hatırasını hiç olmazsa ‘Truva’ kadar biliyor!” diye bir nebze olsun teselli buluruz!
Dr. Ertuğrul KARAKUŞ
NOT: Bu güzide fakat boynu bükük mekânların en az “Truva” kadar bilinmesi için çalışmalar yapan herkese ve özellikle de gönderdiği görsellerle yazımı destekleyen araştırmacı Hüseyin Arabacı Bey’e teşekkürlerimle…
- Bu haber 15-09-2017 tarihinde yayınlanmıştır.