Balkan’dan Anadolu’ya Şehitlik ve Gazilik Köprüsü 16
Şehirler nasıl “kardeş şehir” olurlar?
Kardeş şehir olmak için ne çok sebep var: “Gözyaşı kardeşliği”, “kan kadeşliği”, “mimarî kardeşliği”…
Edirne ile Üsküp’ün tarihî, kültürel, sosyal bağları mıdır onları kardeş yapan? Yoksa, 1389-1391 yıllarında Kosova’dan, Üsküp’ten gelen her “şehit haberi”yle yürek yangınından ve her “fetih haberi”yle de yürek kıvancından müşterek dökülen hesapsız gözyaşı mı kardeş yaptı bu şehirleri?
“Gözyaşı kardeşliği” miydi bu şehirlerin derunî ilişkisi…
Yoksa 1689’da, 1878’de birden alevlenen, aynı yürek yangınından sızan “kan kardeşliği” miydi?
Kardeş şehir olmak için ne çok sebep var: “Gözyaşı kardeşliği”, “kan kardeşliği”, “mimarî kardeşliği”…
Evet… Bir de “mimarî kardeşliği” var…
Mesela, Lüleburgaz-Üsküp-Selânik, “mimarî kardeşi” şehirler sayılabilir mi?
Bir yanda; 1560’larda Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa tarafından medrese, cami, kervansaray ile bir medeniyet gelini misali süslenen Lüleburgaz…
Bir yanda; Yıldırım’ın, Evrenosoğullarının hem “muştusu” hem de “matemi” olan, 1912’de karalar bağlayan şehir Selânik’teki Kanuni mirası Beyaz Kule ve şehrin fatihi Hamza Bey’in adını taşıyan, Evrenosoğlu İsa Bey’in kızı Hafsa Hatun’un yaptırdığı yaralı mabet Hamza Bey Camisi…
Ve bir yanda; Yiğit Paşa’nın, Yıldırım Han’ın, İshak Paşa’nın, İsa Bey’in, Edirne’de hilat giydirilen “3. Kosova Savaşı”nın kahramanı Gazi Selim Giray’ın öksüzü, gözü yaşlı Üsküp’teki mağrur Saat Kulesi…
Evet… Burgaz’daki Sokullu Külliyesi, Selânik’teki Hamza Bey Camisi, Üsküp’teki Saat Kulesi ve daha pek çok medeniyet nişanesi eser, bu güzide şehirleri “mimarî kardeşi” yapar...
Ya Üsküp, Çanakkale, Trabzon, Yemen, Lüleburgaz… Aynı hikâyede, aynı hatırada birleşebilir mi bu şehirler? Evet, birleşir… Bir kahraman çıkar, bir şehit çıkar, kanıyla, gözyaşıyla, yasıyla, birleştirir.
İşte bu kardeş şehirlerden Üsküp civarında, adeta bir “Çanakkale kahramanı yetiştirme ocağı” olan Karşıyaka bölgesindeki onca şanlı köyden birisi olan Svetova’da doğdu Lütfi İbrahim… Dedesi bir başka destanlar diyarı olan Trabzon’dan gelip Üsküp’ün Karşıyaka’sına, Svetova’ya yerleşmişti…
Besmele ile kök saldılar bu şehit-gazi yatağı toprağa… Amcası İbrahim’in emeği geçti köyün hâlâ “Allahü ekber” diyen camisine, minaresine…
Zor yıllardı…
Asırların tekbirlerle, şehadetlerle, adaletle yazdığı “Balkan destanının imtihana tabi tutulduğu” yıllar…
1910’da Hüseyin adlı bir oğlu oldu Lütfi İbrahim’in… Svetova’nın zor fakat mümbit topraklarına, bir mümin yürek daha bağışlamıştı Hak…
Lütfi İbrahim’in oğlu Hüseyin, 2 yaşında “baba” dedi… Ah be çocuk! Baba deyip de yürek dağlayacak zaman mıydı? Yıl: 1912 idi… Yeryüzündeki bütün amansız fırtınaların, Balkan dağlarında estiği bir yıl… 1912… Hüseyin bu yıl “baba” dedi, Lütfi İbrahim de işte bu yıl Mekke-Medine’ye muhafız olarak gitti… Yıl: 1912…
Düşünceler aldı dumanlı dağ misali dertli başı:
“Hüseyin’im ‘baba’ dedi… Sevinsem mi üzülsem mi?”
“Hüseyin’im ‘baba’ dedi… Kutsal görev bekler mi?”
Karşıyaka’da kim durdu ki?
Svetova’lı İslam oğlu Rasim gidecek…
Koliçan’lı Süleyman oğlu Azem gidecek…
Ve üç Karşıyaka’lı kahraman düştüler yola… Lütfü İbrahim’in kulaklarında Hüseyin’in çöl rüzgârı gibi yürekleri dağlayan “baba” sesi… Kutsal topraklara bu “baba” sesiyle gitti… “Hüseyin”di ya oğlunun adı… Balkan dağlarındaki köyünde doğan oğluna, Hz.Peygamber’in mübarek torunu “Hüseyin”in adını, gururla veren kendisi değil miydi? Hüseyin “baba” dedi diye, Hz. Peygamber’in kabrinin bekçiliğine gidilmez mi?
“Bedrin aslanları…” diyordu ya destanların şairi Âkif Çanakkale kahramanlarına… Bedir’den Çanakkale’ye kutsal bir yol açıyordu şair… Tam da öyle oldu… Svetova’lı Lütfi İbrahim, kulağında “baba” sesi, yüreğinde “Hüseyin”inin hasretiyle karışık vatan sevgisiyle koştu Çanakkale’ye… Koliçan’dan, Tutin’den, Kalkandelen’den, Konçe’den, Kocacık’tan, Gora’dan, Prizren’den, Rusçuk’tan, Kırcaali’den, Gümülcine’den koşan binlerce yürek kardeşi gibi…
Binlerce kahraman tarafından binlerce vefa ve cesaret örneğiyle yazılan Çanakkale destanı içerisindeki anıları hep sır olarak kaldı…
Belki de, kıyamet sonrasında, “hesap günü”nde, Yaradan’ına “cennet bedeli” olarak sunulmak üzere Lütfi İbrahim’in gözkapaklarının arkasında kaldı Çanakkale anıları...
1915-1916 yıllarında, savaş sonrasında, sayısız acı, sayısız anı ve sayısız kahramanlık hikâyesiyle Lüleburgaz’a çekildi, Lütfi İbrahim’in de içerisinde olduğu 5.Ordu… Zaten yüreği yaralı olan bu Balkan’lı asker, Lüleburgaz’a geldiğinde zaten yaralı mıydı, yoksa yılların cephe yorgunluğu mu hasta etti onu, kimse bilmiyor… Bilinen bir şey var ki; Svetova’nın kaybıyla “vatan kaybetme”nin acısını, Mekke-Medine muhafızlığının mağrurluğunu, Çanakkale Destanı’nın şükrünü, oğlu “Hüseyin”in masum “baba” nidasını sinesinde harmanlayan bu Balkan’lı kahraman, Lüleburgaz’da Hakk’a yürüdü…
1350’lerin sonunda “şehadet”le tanışan Lüleburgaz’da… Asırlarca Belgrad-Sofya-Edirne-İstanbul arası sefer yapan kervanların, binlerce acıyı ve binlerce sevinci taşıdığı Lüleburgaz’da…
Mezarı bilinmiyor Svetova’lı Lütfi İbrahim’in… Ergene nehrinin müşfik kollarından birisi, “yevme la yenfeu”ya kadar kucaklayacak belki de onu…
Mezar taşı da bilinmiyor… Ama Lüleburgaz’da bir taş var ki… O ve onun gibi binlerce “kefensiz yatan” için dikilmiş bir taş: Lüleburgaz Zafer Çeşmesi Anıtı…
Lofça doğumlu, Malta sürgününü yaşamış, Edirne valisi Hacı Adil Bey tarafından Balkan ve Çanakkale savaşı anısına yaptırdığı bu güzel çeşmedeki ay yıldız ve Osmanlı arması bir Yunan askeri tarafından süngüyle kazınmıştı…
Aslında bu menfur eylemin faili Yunan askeri, sadece anıtı süngülemiyordu, aynı zamanda, bölgenin fatihlerinden Karesili Evrenos Bey’in anılarını, “Ferecik’te okunan” ve Balkan bölgesindeki Osmanlı hâkimiyetini duyuran hutbeyi, yüzlerce yıllık Türk-İslam medeniyetinin izlerini süngülüyordu… Aynı zamanda da Çanakkale kahramanlarından, şehitler ve gaziler diyarı Üsküp-Karşıyaka-Svetova’lı Lütfi İbrahim’in anısını da silmeye çalışıyordu! Ama nafile…
Şimdi sorumuzu tazelemenin vakti geldi:
Şehirler nasıl “kardeş şehir” olurlar?
“Gözyaşı kardeşliği” mi, “kan kardeşliği” mi, “mimarî kardeşliği” mi?
Belki de hepsi…
Kulağında iki yaşındaki yavrusu Hüseyin’in “baba” nidasıyla diyar diyar dolaşan Svetova’lı Lütfi İbrahim’in gözyaşıyla dolu bu hikâyesi, Üsküp’ü, Çanakkale’yi, Trabzon’u, Medine’yi, Lüleburgaz’ı, Sancak’ı kardeş yapmıyor mu?
Dr.Ertuğrul KARAKUŞ
RESİM: LÜLEBURGAZ ÇANAKKALE VE BALKAN HARBİ ANITI
NOT: Svetova’lı Lütfi İbrahim gibi binlerce mezar taşı nişanesinden mahrum olanın kabir taşı sayılabilecek “Lüleburgaz Zafer Çeşmesi Anıtı”nı ve daha nice değerimizi yazılarıyla tanıtan, Lüleburgaz’ın mümtaz evladı dostum araştırmacı yazar Mustafa Gültekin’e…
- Bu haber 22-06-2017 tarihinde yayınlanmıştır.