Geç Kalıyoruz!
Günter Mercan
- Eğitim üzerine…
“Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydım, bu yaptıklarımın hiç birisini yapamazdım.” (Mustafa Kemal Atatürk)
Sars-CoV-2 virüsünün tetiklediği Kovid-19 salgını siyasetten ekonomiye, eğitimden sağlığa, finanstan teknolojiye kadar hayatımızı her yönüyle değiştirdi. Aslında bu sektörlerdeki değişim hareketleri çok daha önceden başlamıştı, bu salgın ülkeler ve şirketleri yaşadığımız dijital çağda reformları hızlandırmaları ve toplum ile bireyleri çağımıza uygun becerilere yönelmeleri hususunda uyardı. Çok açıktır ki bu pandemiden gerekli dersi alan, dijitalleşme ve inovasyonun, eğitim ve sağlığın, hukukun üstünlüğü ve altyapının önemini anlayan ülke ve toplumlar ekonomik kalkınmanın yararlarından faydalanacak ve zenginleşeceklerdir. Gereken dersleri almama konusunda direnenler ise düşüşlerini hızlandıracak, fakirleşecek ve kendilerini aldatmaya devam edeceklerdir.
Bu yazıyı yazmamdaki amaç, yeni tip koronavirüs salgını (Kovid-19) nedeniyle eğitimde, yükseköğretimde yaşanan dönüşüm ve buna ne kadar hazırlıklı olduğumuz ya da olmadığımızdır. Biz maalesef toplum olarak eğitimin önemini, ne demek olduğunu anlamadık ve anlamamakta da direniyoruz. Bir sistem oturtamadık bir türlü. Oysa ki çağımızda refahın iki lokomotifinden biri teknolojidir diğeri de eğitimdir. Eğer biz eğitim sistemimizi çağımıza uyarlamamakta direnmeye devam edersek bedelini çok daha ağır ödeyeceğiz. Genç yetenekleri harekete geçirmeyi başaramazsak, hiçbir zaman hayatlarında ne yapmak istediklerini keşfedecek fırsatları onlara vermezsek, şimdi gerçek anlamda eğitim almamış birer çiftçi olarak çalışan, yapmayı istemedikleri şeyleri yapmaya zorlanan ya da futbolcu olan çok sayıda potansiyel Bill Gates’leri ve belki de bir ya da daha fazla Albert Einstein’leri toplumumuza kazandıramayacağız.
Şimdi sizlere kısaca klasik okul sisteminin nasıl yaratıldığını ve yaşadığımız çağda neden bu sistemi terk etmemiz gerektiğini açıklamaya çalışacağım. Eğitim araştırmacısı Sugata Mitra tarafından bir TED konferansında anlatılmıştı. Bugün okullarda verilen eğitimin kökenleri Britanya İmparatorluğundan geliyor. O zamanlar imparatorluklarının işlemesini sağlama almak için koca bir bürokratik idare makinesi yaratmışlar. Bu makinenin çalışması için ise çok sayıda insana ihtiyaçları varmış. Bu insanların ise üç beceriye sahip olmaları gerekliymiş: okuma, yazma ve aritmetik. Bir kişiyi imparatorluğun herhangi bir yerinden başka bir yerine gönderirken sisteme hemen uyum sağlamaları için gerekliymiş bu sistem. İnsanların bu becerileri edinmeleri için ise okul diye bir yer inşa etmişler.
Fakat, günümüzde memurluğu bilgisayarlar yapıyor. Her kurumda yüzlerce, binlerce bilgisayar memur var. Artık çok güzel el yazması yazmamız gerekmiyor, kafadan çarpma, bölme yapmamız gerekmiyor; bu işleri bilgisayarlar hayli hayli yapıyor. Bizim yapmamız gereken yapılanları dikkatli şekilde izleyip, akıl ve mantık süzgecinden geçirerek yön vermek. Yani, bu sistem artık eskide kaldı, biz ise aynı sistemi günümüzde de kullanmakta inat ediyoruz. Belki de inovasyondan, yapılması gereken yeniliklerin getireceği belirsizliklerden korkuyoruz. Ama bu yönde adım atmadığımız sürece kaybedeceğimiz garanti. Yeni sistemi inşa etmek belki çok fazla zaman ve enerji gerektirecek ama uzun vadede bizi her anlamda zenginleştirecek.
Peki, bu yeni sistem nasıl olmalı sorusu geliyor akıllara! Yirminci yüzyılın başlarında İtalyan hekim ve araştırmacı Maria Montessori’nin üzerinde çalıştığı ve geliştirdiği gibi bir sistem olmalı. Çoçuklara özgürlük tanınan, meraklarının peşinden gitmeyi öğreten, kritik düşünme, yazılı iletişim, problem çözme ve analitik muhakeme becerilerini kazandırmaya yönelik bir sistem inşa etmek. Son yıllarda bunun gibi eğitim sistemlerinin kullanıldığı okullardan çıkan bazı kişileri örnek vermek gerekirse: Google’ın kurucuları Larry Page ve Sergey Brin, Amazon’un kurucusu Jeff Bezos; bu listeye daha çok kişi ekleyebiliriz, farkındayız ki bu kişiler çağımızı şekillendiren isimler.
Uzaktan eğitime yakından bir bakış...
Kovid-19 salgını sebebiyle benim de çalıştığım fakültede ve ders verdiğim lisede de 12 Mart’tan itibaren uzaktan eğitime geçilmiş bulunulmakta. Ben de dahil olmak üzere gerek öğretmenler gerekse öğrenciler yeni duruma alışmakta zorlanıyoruz. Birçoğumuz uzaktan eğitime ayak uydurmaya çalışırken zaman akıp gidiyor. Biraz da rehavet hali var gibi üstümüzde. Öğretmenler pek çaba göstermiyor, öğrenciler de ilgisiz, baskı kurmuyorlar. Öğrenciler, durumdan faydalanıp kendileri çabalamıyorlarsa zamanlarını, öğretmenler ise güvenilirliklerini kaybediyorlar.
Peki niye ayak uyduramıyoruz yeni duruma? Çünkü yine sisteme yeni şeyler adapte etmekte geç kaldık, her zaman olduğu gibi, değil mi? Uzaktan eğitimi yeni tip koronavirüsün getirdiği bir yenilik olarak görüyorsak yanılıyoruz. Bu durumdan çok daha önce zaten uzaktan eğitim klasik eğitimle birlikte kullanılmaya başlandı. Kısa bir şekilde anlatacağım.
Bu yeni trend, 2011 yazının sonlarında Stanford Üniversitesi’nden iki bilgisayar bilimcinin yapay zekâ giriş dersini internet üzerinden ücretsiz vereceklerini duyurmasıyla başladı. New York Times’tan John Markoff bu konuyla ilgili baş sayfadan bir yazı yazınca derse katılanların sayısı birdenbire fırladı. Yapay zekânın temellerini alanının en önde gelen iki isminden öğrenmek için dünyanın birçok ülkesinden on binlerce öğrenci derse katıldı. On haftalık ders, her biri yalnızca birkaç dakika süren bölümcüklere ayrılmış ve her bölümün sonunda etkileşimli bir sınav vardı. Dersi yaklaşık 23 bin kişi tamamladı, final sınavını oldular ve Stanford’dan dersi bitirdiklerine dair bir belge aldılar. Bunlara da “kitlesel çevrimiçi açık ders” dendi (EdX’in sunduğuna benzer bedava dersler). 2013’te açık derslerde patlama yaşandı. Düşünsenize tablet bilgisayarlarınızdan veya telefonlarınızdan, dersi dünyanın en prestijli üniversitelerinde çalışan alanında uzman olan kişilerden “bedava” dinliyorsunuz. Üniversite öğrencilerinin Harvard veya Stanford profesörlerinden internet üzerinden bedava ders alabileceği bir durum… New York Times gazetesi yazarlarından Thomas Friedman, açık dersleri “internette tomurcuklanan küresel yüksek eğitim devrimi” diye tanımladı ve “dünyanın en büyük sorunlarını çözmek için bir milyar beyni daha devreye sokma” potansiyeli taşıdıklarını belirtti. Problemler olmadı değil, ama kesinlikle çok başarılı bir girişimdi. Fakat, biz her zaman olduğu gibi yine geç kaldık. Oysa daha o zamanlarda sisteme entegre edebilseydik dijitalleşmeyi, teknolojiyi şimdi hiçbir zorluk çekmezdik.
Öğrencilere küçük bir tavsiye. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki bir öğrenci sahip olduğu bazı teknolojileri doğru bir şekilde kullanırsa kendini çok iyi yetiştirebilir. Durum öyle vahim ki (salgından bahsetmiyorum) çocuklar kendilerini geliştirme çabasında bulunmazlar ve her şeyi var olan eğitim sistemimizden beklerlerse eğitimsiz kalacakları açık ve net. Çünkü system öyle kurulmuş ve biz değiştirmeye çalışmıyoruz. Aksine daha da vahim duruma getiriyoruz. Çok çalışın, elinizin altındaki teknolojilerden ve diğer kaynaklardan yararlanın ve dijital çağda gerekecek bilgi, beceri ve yeteneklerle donanın…
- Bu haber 30-04-2020 tarihinde yayınlanmıştır.