HZ. MUHAMMED, İSLÂM VE HZ. İSA HAKKINDA ÖNE SÜRÜLEN YALANLAR VE İFTİRALAR
Prof. Dr. Yusuf HAMZAOĞLU
Avrupa’nın Rönesans hümanistleri veya Hümanizm rönesansçıları ve onların torunları, Hz. Muhammed (s.a.v.) ve İslâm hakkında çok asılsız bilgiler vermişler ve tezler öne sürmüşlerdir. Hz. Muhammed(s.a.v.)’i ve İslâm’ı küçümsemeye ve kompromite etmeye çalışmışlardır. Bu konuda bütün Avrupa hümanistleri ve rönesansçıları aynı tutarsız, yalan, iftira ve uydurma dolu tezler öne sürmüşlerdir. Hz. Muhammed (s.a.v.)’i ve İslâm’ı Batı’nın en büyük düşmanları olarak tanımlamışlardır. Özellikle Lâtin asıllı müelliflere göre, düşmanla ilgili asıl önemli husus onların Arap veya Türk olmaları değil, Müslüman olmalarıydı (Bkz.: ISBN: 978-975-606-80-1, 344). Bu bağlamda, Kudüs’ü fetheden Müslümanlar için “dinsizler” tabirini kullanmışlardır. Onlar bu iftiraları genellikle Hz. Muhammed(s.a.v.)’in hayatını ve İslâm’ın yaygınlaşmasını hikâyeleştirerek yapmışlardır. Hz. Muhammed(s.a.v.)’in Bizans kroniklerindeki dağınık ayrıntılara, İspanya’daki teolojik ve tarihî çalışmalara ve Haçlılar döneminde Filistin’de toplanan kulaktan dolma bilgilere dayanan tartışma dolu biyografisi, İslâm konularıyla ilgili XII. ve XIII. yüzyıl tartışmalarına hâkim olmuştu. Bu konular sadece İslâmî Doktrinle ilgili teolojik tartışmalar değildi, aynı zamanda çağın İslâmî güçlerinin durumu ve politik amaçlarıyla da alâkalı olan tarih yazılarıydı (Ibidem, 344)
Venedik’ten üç Fransız tarihçi: Nogent’li Guilbert, Fleury’li Hugh ve Geöbloux’lu Sigebert ilk olarak adı geçen tutarsız portrenin farklı unsurlarını bir araya getirmeye çalışmışlardır (Ibid.,344). Hz. Muhammed(s.a.v.)’in hayatıyla ilgili doğru olmayan uydurmalardan derleyip yazdıkları metinler, sadece İslâm’ın kökenini açıklamayı değil, aynı zamanda bunun hatalı, hattâ saçma bir hurafe olduğunu göstermeye yönelikti. Onlar Hz. Muhammed (s.a.v.) hakkında çok sayıda asılsız bilgiler öne sürmüşlerdir. Hz. Muhammed (s.a.v.) için, “Fakir bir yetim olan Muhammed (s.a.v.), ona sapkınlığın tohumlarını aşılayan ahlâksız bir keşiş tarafından kötü yola sevk edilmiş ve getirdiği doktrin Hıristiyan inancının bilinçli yozlaştırılmasından başka bir şey değildir; hayata basit bir çöl taciri olarak başlamış, zengin bir dul kadını baştan çıkarmak suretiyle servet ve mevki edinmiş; sara krizleri geçirmeye başladığında melek Cebrail’den mesajlar almaya başladığını ileri sürmüş ve bunları etrafındakilere vaaz etmeye başlamıştı” yazmaktadırlar (Ib., 344 - 345). Onlar yazılarının devamında, “Muhammed’in kanunu baştan çıkarıcı ve cazipti: Takipçilerine bir sonraki hayatlarında tensel zevklerden menkul bir cennete girecekleri sözünü veriyor, hayatta oldukları sürece de cinsel özgürlük kutsal hakları hâline geliyordu. Muhammed yeni inancının çekiciliğini bir dizi kontrollü dublör kullanarak artırıyordu. Muhtemelen Muhammed bir sarhoşluk sefahatinde öldüğü zaman, bedeni domuzlar tarafından parçalanmış, takipçileri de o tarihten sonra ebediyen bu hayvanın etini aşağılamış, ayrıca asma meyvelerinden uzak durmayı benimsemişlerdi” uydurmalarını, yalanlarını ve iftiralarını öne sürmüşlerdi (Ib.,345). Bu uydurmalar Hümanizm ve Rönesans müellifleri ile diğer Hıristiyanların İslâm ve Hz. Muhammed (s.a.v.) hakkında ne kadar önyargılı olduklarını kanıtlamaktadır. İslâm, hatalı ve saçma bir hurafe değildir. İslâm, Allah’ın nezdinde tek hak dindir. İslâm’dan başka din yoktur. İslâm’ın dışındaki dinler olarak nitelenen ve tanımlanan inançlar mantıksız, eksik ve pagandır. Onların takipçileri ahşaptan, metalden, taştan, betondan, kristalden ve diğer maddelerden yapılan heykellere, haçlara ve diğer putlara inanmakta, tapmakta ve onlardan yardım istemektedirler. Onlar dolayısıyla değil doğrudan Allah’a şirk koşmaktadırlar. Peygamber Hz. İsa’ya “Tanrı’nın Oğlu Tanrı” uydurmasını ve iftirasını yapıştırmaktadırlar. Kısacası İslâm dışındaki inançlar çok büyük bunalım, yanılgı ve gaflet içerisinde bulunmaktadırlar.
Yüce Allah, Al-i İmran Sûresi’nin 19. Âyeti’nde şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın nezdinde hak din İslâm’dır” (Bkz.: Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli. Hazırlayanlar: Ali Özek, Hayrettin Karaman, Ali Turgut, Mustafa Çağrıcı, İbrahim K. Dönmez, Sadrettin Gümüş. Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları 1993, 51).
Ez-Zümer Sûresi’nin 3. Âyeti’nde ise, “Dikkat et, hâlis din yalnız Allah’ındır…” buyurmaktadır (Ibidem, 457).
Hz. Muhammed (s.a.v.) dürüst, vicdanlı, âdil, mütevazı, haksever, çalışkan, güvenilen, ahlâklı, ağırbaşlı, sadakatli, terbiyeli, kültürlü, medenî, hürmetli, büyüklere saygılı, küçüklere nezaketli, insan sever, hayvansever, doğasever ve diğer çok büyük ve önemli değerlere sahip olan, herkesin örnek aldığı ve alması gereken bir insan, baba, dede, hemşeri, eş, âlim, komutan ve devlet adamıydı. Bu yüzden çok sevdiği halk O’na “Muhammed-i Emin” (Güvenilen Muhammed) diyordu. Allah, son elçisi olan Hz. Muhammed(s.a.v.)’i İslâm dinini yaymakla yükümlü kıldı. O ise bu yükümlülüğü en mükemmel şekilde yerine getirmeye muvaffak oldu. İslâm, Hıristiyan inancının bilinçli yozlaşmasından meydana gelen bir din değildir. Hz. Muhammed(s.a.v.)’in dini, Hıristiyanların, Yahudilerin, Budistlerin, Hinduların, Manihe-istlerin, Şamanistlerin ve diğer batıl inançlıların öne sürdükleri gibi baştan çıkarıcı bir din değildir. Tam tersine, Hz. Muhammed(s.a.v.)’in dini insanın eğitim, bilim, kültür, medeniyet, sanat, teknik, teknoloji, sosyal, ekonomik ve siyasî hayatını en iyi ve en mükemmel şekilde düzenleyen tek hak dindir. Hz. Muhammed (s.a.v.) ticaretle meşgul olduğundan dolayı, Şam da dâhil dönemin en büyük ekonomik, ticaret ve kültür merkezlerine gidiyordu. Ticareti en iyi ve en doğru şekilde yapıyordu. Hz. Muhammed(s.a.v.)’in, Batılı müelliflerin iddia ettiği yönde bir hayatı hiçbir zaman olmadı. Evinde eş, dost, akraba, sahabe, arkadaşlar, komşular ve diğer yakınları arasında ahirete göç etti. Vefat edeceği gün odasına Cebrail (a.s.) girdiği zaman Hz. Muhammed (s.a.v.) her zaman olduğu gibi çok sevindi. Ancak Cebrail (a.s.), “Ben yalnız değilim. Benimle Azrail de gelmiştir” dediğinde, Hz. Muhammed (s.a.v.) yattığı yatakta doğrularak, “gelsin, ben hazırım.” Ruhunu teslim ederken ise Allah’ı kastederek, “ben dostuma kavuş…” dediği ve sağ gözünden bir damla yaşın aktığı görülmüştür.
Hz. Muhammed(s.a.v.)’in önyargı, öfke, husumet, kin, nefret ve düşmanlıkla yazılan özgeçmişi pratikte, İslâm’ın Doğu’da nasıl yayıldığını göstermek için, çoğu XII. yüzyıl kronikçileri tarafından sağlanan sahte bilgilerden ibaretti. İnancı için Hz. Muhammed (s.a.v)’i suçlayan Nogent’li Guibert, Hz. Muhammed(s.a.v.)’in inancı için “Bu iğrenç inancın gölgesi, daha sonra Hıristiyanlığın adını lekeledi ve günümüzde doğunun tümü; Afrika, Mısır, Etiyopya, Libya ve hattâ İspanya’nın bile en uzak köşelerine kadar yayılmış durumdadır” yazmaktadır (Bkz.: ISBN: 978-975-6006-80-1, 345). Hz. Muhammed(s.a.v.)’in inancı, boğazına kadar kirli ve lekeli olan Hıristiyanlığı ve diğer mantıksız, irasyonel ve pagan inançları lekelememiştir. Tam tersine, onlar Allah’ın nezdinde hak din olan İslâm’ı lekelemişlerdir.
Rönesans hümanistlerinden 1130 - 1185 yılları arasında yaşayan Hz. Muhammed(s.a.v.)’in ve İslâm’ın çok büyük düşmanı olan Tyre’li William: “Muhammed(s.a.v.)’in iğrenç kariyeri ve sapkınlığından kaynaklanan hastalığın Doğu Dünyası’na bulaştığı” yalanını ve iftirasını öne sürmektedir (Ibidem, 349). Hz. Muhammed(s.a.v.)’in son derece düzgün ve mütevazı hayatı vardı. O, insanlık tarihinde en büyük, en anlamlı, en faydalı işler yapan Allah’ın son elçisiydi. Allah’ın Cebrail (a.s.) aracılığıyla verdiği emirleri kendi ümmetine, Allah’ın kullarına ulaştırdı, onları Allah’ın varlığı ve tekliğine, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, kıyamet gününe, öldükten sonra yeniden dirileceğine, hayrın ve şerrin Allah tarafından geldiğine inanmasına davet etti, çoğu onun bu çağrısına uydu ve Müslüman oldu. Hz. Muhammed (s.a.v.), Hz. Adem’le başlayan İslâm’a son, en iyi ve en parlak şeklini verdi, onu insanlığa bağışladı ve onunla insanlığın kaderini değiştirdi. Hz. Muhammed (s.a.v.) fevkalade ağır şartlar içerisinde bütün dünyaya İslam’ı yaymaya muvaffak oldu. Ancak ne yazık ki Hz. Muhammed(s.a.v.)’i ve İslâm’ı geçmişten günümüze taşıyan karalama propagandaları büyük bir yoğunlukla devam etti ve etmektedir.
Ermeni tarihçi Korikos’lu Hetoum da İslâm’ı ve Hz. Muhammed(s.a.v)’i olumsuz, iftira dolu ve son derece düşük ve aestetik üslubun hâkim olduğu bilgilerle kaleme almıştır. Hetoum’un tarihi ilk başta geleneksel Batı modellerini izler gibidir: ” Peygamber Hz. İsa’nın doğumuyla başlar. Müslüman fatihler ise Hetoum’a göre, “hain Muhammed(s.a.v)’in milletinin lânetlenmiş ‘dölü’nden’ (Ibid., 353 - 354, özellikle 354, 420) gelen ‘adaletsizlik’ ve ‘cehennem ezabı’nın çocukları”dır (Ib.,354, 420). Ancak Hetoum, Hz. Muhammed(s.a.v.)’in hayatının siyasî sonuçlarına, çok fazla olmasa da, muhtemel dini etkileri kadar önem verir. Onun, Hz. Muhammed (s.a.v.) ve O’nun ümmeti Müslümanlar için kullandığı “hain”, “lânetlenmiş dölünden” gelen “adaletsizlik” ve “cehennem ezabı’nın çocukları” tabirleri kendisindeki nefret duyguların kaleme dökülmüş çirkin ifadelerden başka bir şey değildir. Gerçekleri yansıtmayan ve son derece sübjektif olan bu ifadeler Hz. Muhammed(s.a.v.)’in ve Müslüman ümmetinin nasıl ötekileştirildiğinin en tipik örnekleridir. Halbȗki, İslâmiyeti ve Hz. Muhammed(s.a.v.)’in hayatını biraz olsun araştıran gayrimüslim araştırmacılar göreceklerdir ki, Hz. Muhammed(s.a.v.)’in tüm hayatı saygı, sevgi, dürüstlük, adalet, vicdan ve diğer kavramların üzerinde kuruludur. Farklı din mensuplarına gösterdiği saygıyı ortaya koyan öyle çok örnek vardır ki, kendisini taşlayan Yahudilere bile hoşgörüyle yaklaşımını hatırlatmamız bu kusursuz kişiliğin sadece küçük bir örneğidir.
Bizans İmparatorluğu’nun ordu memuru olarak Makedonya’nın Bregalnitsa vadisinde insan yerine koymadığı ve asimilasyon ederek Yunanlaştırdığı Slavları vaftiz eden, Yunan Alfabesinin nerede ise tamamını çalan, kopya ve modifike eden sözde Cyrill Alfabesini meydana getiren Bizans – Rum Ortodoks papaz Constantinos Cyrillos, peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) hakkında, “… Biz biliyoruz ki, Muhammed üç kâğıtçı, yalancı ve tehlikeli bir insandı. Onun söyledikleri çirkin ve utanç verici şeylerin meydana gelmesine yol açmıştır ... Kendi iğrençliğini, kötülük ve ahlâksızlık için kullanmıştır” gerçekdışı sözlerini sarfetmiştir (Bkz.: Сведоштва за Кирил и Методиј (словенски и латински извори). Избор, превод и белешки: Радмила Угриновска - Скаловска, Љубинка Басотова. Скопје, Мисла и Македонска книга 1989, 39). Hz. Muhammed (s.a.v.) insanlık tarihinin kaydettiği en akıllı, en büyük, en mükemmel ve en muhterem insanı, en büyük komutanı, devlet adamı ve düşünürü, tarihin yönünü, olayların akışını ve dünyanın kaderini değiştiren, Allah tarafından kıyamete kadar bütün zamanlara ve bütün insanlara gönderilen son peygamberdir. Dünyanın en kirli, en çirkin, en utanç verici ve en iğrenç insanı, İslâm ve Hz. Muhammed(s.a.v.)’in büyük düşmanı Constantinos Cyrillos’un Hz. Muhammed hakkında yalan söylediği, iftira attığı, dil uzattığı, hakaret ettiği ve uydurma ifadeler kullandığı görülmektedir. Ancak onun bu ifadelerini kendisi ve onun gibi düşünen ve konuşan papazlara ve kişilere olduğu gibi iâde ediyoruz. Bu sözler, hayatında hiçbir defa banyo yapmadığından dolayı yağlı saçları, korkutucu ve çirkin suratı ile çürümüş leşe kokan vücuduyla 15 – 20 metrede ortamı rahatsız eden papaz Constantinos Cyrillos ve diğer papazlar ile kişiler için geçerlidir. Onlar bu sözlere lâyıktırlar. Adı geçen ahlâksız, yalancı, iftiracı, uydurucu ve dil uzatıcı papazın Slavlara karşı bulunduğu aşağılayıcı hareketleri dönemin Yunan ve Slav kilise ile manastırlarının yayımlanmamış arşiv belgelerinde kaydedilmiştir. Ancak bu belgeler günümüze kadar Bizans, Yunan, Slav ve Ortodoks Dünyası’nda onun hakkında yayımlanmış olan kitaplarda ve diğer eserlerde gün ışığına çıkarılmamıştır. Ne yazık ki, Slav ve Ortodoks Dünyası’nın bu denli sözde önemli bir ismi ve sözde Slav Alfabesini meydana getiren Cyrillos’un Hz. Muhammed (s.a.v.) hakındaki son derece subjektif ve gerçekdışı yaklaşımları mutlaka Slav ve Ortodoks Dünyası’nın bilinçli kesimi tarafından eleştirilip çirkin ve utanç bir tutum olarak algılanmış ve nitelendirilmiş olunacaktır.
Hıristiyan Dünyası’nda İslâmiyet’le ilgili günümüze kadar devam eden ve şiddetini giderek artıran önyargıların nasıl oluştuğu konusunda şüphesiz ki Hetoum gibi isimlerin katkıları çok fazladır. Geçmişte Balkanlar ve dünyanın diğer coğrafyalarında Müslümanlara yapılan kıyımlar, nefret tohumları eken işte bu ifadelerin sonuçlarıdır.
1394 - 1435 yılları arasında yaşayan Milanolu hümanist Andrea Biglia, “Hıristiyanlığın Doğu”daki çöküşü üzerine yazdığı eserinde, (Eserin adı: “Commentarii de defectu fidei in oriente”dir.) Hz. Muhammed(s.a.v.)’e dil uzatmış ve hakaret etmiştir. Flavio Biondo da “Orta Çağ İtalyan Tarihi Üzerindeki” eserinde, Doğu Akdeniz’deki güncel durumu açıklayabilmek için, İslâm tarihiyle ilgili Orta Çağ modelini birbirini izleyen imparatorluklar şeklinde güncelleştirmişti. Her iki müellif de Osmanlıları Doğu imparatorlukların özellikle Selçukluların doğrudan varisi olarak tanımlamıştır. 630 yılında Biglia’nın yazdığı tarih eserine kadar Hıristiyan din adamları, tarihçiler ve diğer müellifler, klişeleşmiş deyimler kullanarak Hz. Muhammed(s.a.v.)’i: “Muhammed, ‘cehennemden gelen korkunç bir canavar’, ‘doğmayı hiç hak etmiyordu’, ‘kalleş numaralarla öne çıktı’, ‘kendisini peygamber gibi göstermek için Hıristiyan ve Yahudi teolojilerini kopya etti ve her yerde çok sayıda taraftar buldu’” iftiralarıyla suçladı (Bkz.: ISBN: 978-975-6006-80-1,369, 423 ). Ancak Andrea Biglia’nın Hz. Muhammed (s.a.v.) hakkında öne sürdüğü bu suçlamaların gerçeklerle hiçbir ilgisi yoktu. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.v.) cehennemden gelen bir canavar değildir. O’nu Allah kendisinin son elçisi olarak dünyada İslâm’ı izah etmekle ve yaymakla görevlendirdi. Hz. Muhammed (s.a.v.) insanlığın ilk ve son peygamberidir. Yüce Allah can verdikten veya “ol” dedikten sonra Hz. Âdem gözlerini açınca karşısında, ”Lâ İlâhe İllâllah, Muhammedün Resulüllâh” Kelime-i Şehadetini gördü. Hz. Muhammed (s.a.v.) hiçbir zaman, hiçbir yerde, hiçbir durumda ve hiçbir kimseye karşı kalleşlik veya Biglia’nın tabiriyle, ”kalleş numaraları” yapmadı. O, her zaman doğruyu, adaleti, en doğru olan Allah’ın yolu üzerine yürümeyi tavsiye etti.
Hz. Muhammed (s.a.v.) sık sık, ”ben Allah’ın Resulü olmadan önce atam Hz. İbrahim’in dinine, Müslümanlığına inanıyordum. O’nun dininin daha doğrusu, İslam’ın kanunlarına uyarak yaşıyordum” diyordu. Hz. Muhammed (s.a.v.), Allah’ın elçisi veya peygamberi olmadan önce de Müslümandı ve Müslüman olarak yaşıyordu.
Andrea Biglia’nın “Muhammed kendisini bir peygamber gibi göstermek için Hıristiyan ve Yahudi teolojilerini kopya etti …” sözü bir yalan, uydurma ve iftiradır. Allah katında hak din sâdece İslâm’dır. Bu konuya temas eden Ramazan Ayvallı şöyle yazmaktadır: “İslâm Hz. Âdem’den beri olan bir dindir. Değişen sadece fürûâta âit hükümler, şeriatlardır (Bkz.: Ramazan Ayvallı, İslâm Akidesi. İstanbul, Buhara Yayınları 2004, 181). Bugünkü Hıristiyanlık, Hz. Îsa (aleyhiselâm: O’na selâm olsun) Allah katından getirdiği hak dîn değildir. Hz. Îsa (a.s.) yeni bir din getirmemiştir. O, Yahudilere peygamber olarak gönderilmiştir. Onun zamanında ‘Hıristiyanlık’ diye bir kelime ve ‘Hıristiyanlık dîni’ diye bir dîn yoktu. Bu dîni, Hz. Îsa’yı hiç görmemiş olan Tarsuslu Yahudi Pavlos uydurmuştur. Nabil el-Fadl, Pavlos hakkında şöyle yazmaktadır: “Pavlus (Yunanca: Παῦλος Paulos; doğum tarihi M.S. 5 Tarsus - Kilikya – ölüm tarihi 67 Roma) Pavlik Kiliselerin kurucusu Hıristiyan misyoner. Milâdi birinci asırda yaşamış Roma vatandaşı Yahudilerindendir. Yeni Ahit’teki 14 mektuptan oluşan Pavlos’un mektupları olarak da bilinen bölümler onun tarafından kaleme alınmıştır. Kendini Hz. İsa (a.s.)’ın ümmetinden olan Müslümanları ve Müslümanlığı yok etmeye adamıştır. Hristiyan olmadan önce Hz. İsa (a.s.) takipçilerine şiddetli zulümler yaptığını Pavlos kendisi itiraf etmektedir. Stephanos’un infazını bizzat onaylamıştır. Pavlos, Müslümanları tutuklamak amacıyla Şam’a yolculuk ederken İsa (a.s.) sözde kendisine görünmüş ve Pavlos bu olayda görme kabiliyetini kaybetmiştir. Üç gün sonra Şamlı Hananya, Pavlos'un gözlerinin tekrar şifa bulmasına vesile olmuştur. Pavlos, bu yolculuk sırasında Hristiyan olmuş ve bunun sebebi olarak, Şam yolculuğunda, Meryem oğlu İsa’nın kendisine göründüğünü dile getirmeye başlamıştır. O günden itibaren Pavlos, Nazaretli İsa'nın İsrailoğulları’nın beklediği Mesih ve aynı zamanda da Allah'ın oğlu olduğunu insanlara vaaz etmeye başlamıştır”(Bkz.: Nabi el-Fadl, Hz. İsa Hz. Muhammed(s.a.v.)’i Müjdeledi Mi? Çeviren: Kadir Albayrak. İstanbul, Emre Yayınları, S.a., 150-169. (Nabi el – Fadl Kuveytli bir yazar ve araştırmacıdır. Din, siyaset ve kültür konularında araştırmalar ve incelemeler yapmıştır. Çok değerli eserler yazmıştır. Halen Kuveyt’te günlük olarak çıkan “el-Vatan’ül-Arabi” Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapmaktadır). “Elçilerin İşleri” kitabının yaklaşık yarısı Pavlos'un hayatından bahsetmektedir. Pavlos Hıristiyanlığın ayrı müstakil bir din hâline gelmesi konusunda en önemli rolü üstlenmiştir. “Pavlos’un gerçek ismi İbranice Saul veya Şaul’dur. Bu ad (o dönemde) yaygın olduğu üzere, Lâtince popüler bir isim olan Pavlos veya Paul’a dönüştürülmüştür. Saul veya Şaul İbranice bir isimdi; çünkü Pavlos Ferisi bir Yahudi idi. Ferisiler ise Yahudilerin kâhinleri ve dini önderleri idi ki, Pavlos da bunlardan birisiydi … Bilakis Pavlos bağnaz ve tutucu bir Yahudi idi ve bu bağnazlığı ve tutuculuğu onu Hz. İsa’ya ve Müslüman izleyicilerine karşı düşmanca davranmaya sevk etmiştir. Sadece sözlü düşmanlıkla da kalmamış, onların takip edilip kovalanmasına, hapislere atılmasına, yerlerinden edilmelerine ve zulüm görmelerine katılmış, o kadar ki onlardan birçoklarını da öldürmüştür … Hz. İsa’ya düşmanlıklar, onun peşinde giden Müslümanlara zulümler, işkence, hapse atma, Hz. İsa’ya inanmış olanları onu tekfire zorlama, birçoklarını öldürme, işte bütün bunları, Hz. İsa ile bir defa bile karşılaşmayan Pavlos yapmıştır. Hz. İsa’nın mesajını kendisinden dinlememiş, Hz. İsa’nın düşmanı ve kötüleyenleri olan Ferisi Yahudi din adamlarından duyduklarıyla yetinmiştir … Kudüs’e gittiği zaman orada bazı havârîlerle buluşmuş. Bunlardan birisi de 72 öğrenciden biri olan Barnabas’dır. Daha sonra da 12 havârîden ve Hz. İsa’nın anne bir kardeşi olan Yakubla ve havârîlerin reisi Petrusla da karşılaşmış ve görüşmüştür … Bu 72 öğrenciden Pavlos’a bağlı kalan havârî, sadece üçüncü İncil’in yazarı olarak bilinen ve hekim olan Luka imiştir. Pavlos aktivite ve gezmenin bir örneği olmuştur. O kesinlikle bir yerde ve ülkede kalmamıştır. Doğu şehirlerinde dolaştıktan sonra Avrupa kıtasına geçmiş, Kıbrısı’ta ve Türkiye’de bazı yerleri ziyaret ettikten sonra Yunanistan’a geçerek Selânik, Atina ve diğer birçok Yunan şehirlerini ziyaret etmiştir. Roma’ya Hıristiyanlığı götüren Pavlos’un burada yakalanıp, yargılandıktan sonra öldürülüp defnedildiğine inanılmaktadır. Pavlos’un hangi niyetleri sakladığını anlamak için sadece bir örnek vermekte fayda vardır. O’nun Hıristiyanlığa yaptıklarına gelince, onları da şu şekilde sıralamak mümkündür: Hz. Musa’nın haram kıldığı ve Hz. İsa’nın da hayatı boyunca yemediği domuz eti yemeyi helâl kılmıştır uydurarak ortaya çıkmıştır (Bkz.: Nabil el-Fadl, Op. cit., 150 – 169). Bu, Batılı bilim adamlarının, tarihçilerin, araştırmacıların ilmî eserleriyle de ispat edilmiş olan bir gerçektir. Hz. Îsa’yı teslîs akîdesinden tenzîh ederiz. Hıristiyanlık İsa’nın dîni değil, Pavlos’un dînidir. Bu konuda binlerce kitap, makale ve ilmî araştırma yapılmış ve yayımlanmıştır” (R. Ayvallı, Op. cit., 181).
Hz. Muhammed (s.a.v.), kendini peygamber göstermek için Hıristiyan ve Yahudi teolojilerini kopya etmemiştir. Çünkü İslâm’ın dışındaki teolojiler irasyonel, mantıksız, uydurma, boş ve pagan teolojileridir. Hıristiyanlar Hz. İsa’nın, Musevîler ise Hz. Mȗsâ’nın Müslümanlığından ayrılarak yanlış yollara girmişlerdir. Hz. İsa konusuna temas eden Nabi el-Fadl şöyle yazmaktadır:
“Meryem oğlu İsa’nın dininin ismi ne idi? İsa’nın dini Hıristiyanlık mıydı? Eğer Hıristiyanlık ise, bunun Kitab-ı Mukaddes’in neresinde geçtiğini Hıristiyanlar bize göstersinler. Hıristiyanlık tabiri, Yahudi ve diğer İsa düşmanlarının Mesih - Christ isminden türettikleri, İsa’nın izleyicilerine verdikleri bir tabirdir.
Ne yazık ki, ilk dönem İsa destekçileri, düşmanları tarafından kendilerine verilen bu ismi kabul etmişlerdir. Böylece bunlar, İsa’nın dini üzereyiz, İsa’nın ümmetindeniz, İsa’nın takipçileriyiz veya Peygamber İsa’ya inanan Müslümanlarız diyecekleri yerde, kendilerini Hıristiyanlarız diye isimlendirmeye başlamışlardır. Böylece İsa düşmanlarının kendilerine verdikleri isimden Hıristiyanlık adı türemiştir. Sanki İsa dininin ismi Hıristiyanlıkmış gibi. İşte bu durum hatanın özünü oluşturmaktadır.
Çünkü şüphesiz ki, Hz. İsa da aynı Hz. Musa ve Hz. İbrahim gibi Allah’tan başka Tanrı yoktur diyen bir muvahhit idi… “ (N. el-Fadl, Op.cit.,122). İsa (a.s.) ilmî ilâhi ile vahiy alan bir peygamberdir… “ (Ibidem, 205).
Peygamber Hz. İsa Allah’ın oğlu değildir. O da ondan önceki peygamberler gibi Allah’ın bir kulu ve elçisidir. O da bizim gibi bir insandır, ancak Allah ona diğer insanlara bahşetmediği birçok nimetler ve ayrıcalıklar ihsan etmiştir (Ibid., 219).
Hz. İsa ve annesi Hz. Meryem ile ilgili birçok hadiste Hz. İsa’yı ve annesi Hz. Meryem’i öven Hz. Muhammed(s.a.v.)’den başkası değildir. Bunun da ötesinde Hz. Muhammed (s.a.v) o dönem Müslümanlarına Meryem oğlu İsa veya İsa adını duyduklarında aleyhiselâm demelerini istemiştir. Şu anda yeryüzünde 2 milyardan fazla Müslüman Hz. İsa’ya aleyhiselâm diyerek yüceltmektedirler (Ib., 210-211). Hz. İsa hakkında daha geniş bilgi için bkz.: El-Maîde Sûresi’nin 1 - 120 âyetleri (Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, 105 - 120); Meryem Sûresi’nin 1 - 95 âyetleri ( Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, 304-310).
Yahudilik de Hıristiyanlık gibi mecâzi olarak bu şekilde isimlendirilmiştir. Yahudilik Hz. Musa’nın dinidir. Hz. Musa da hiçbir zaman bu dine Yahudilik ismini vermemiştir. Çünkü Yahudilik, İbrahim oğlu, İshak oğlu, Yakub oğlu Yahuda’ya nispet edilen bir ırk ismidir.
Her iki dindeki yanlışlıklar bu noktada başlamış ve bu şekilde isimlendirmeler yanlış olmuştur. Yahudiler ve Yahudilerden Hz. İsa’ya uyanlar bunları kabul ettiler ve dinlerinin resmî adlandırmaları olarak sabitleştirdiler. İşte bu adlandırmalar da sonu gelmeyen yanlış kullanımın başlangıcı olmuştur” (N. el-Fadl, Op. cit., 122-123).
Ayrıntıların çoğunu Hetoum’dan alan Andrea Biglia, İslâm’ın yükselişini Arapların siyasî ve askerî başarılarıyla yakından bağlantılı bir süreç olarak yorumladığı kadar, Roma’nın dinî ve siyasî otoritesinin aşama aşama bozulduğunu da ileri sürmüştür. Dinler arasındaki çatışmaların aynı zamanda siyasî amaçlar peşindeki laik güçler arasında birer çekişme olduğunu öne sürmüştür (Bkz.: 8ISBN: 978–975–6006–80-1,371-375). Hz. Muhammed(s.a.v)’in inancının Arapları cesaret ve tutkuyla doldurduğunu da vurgulamıştır. Biglia, Sigebert gibi Arapların İran’ı bağımsız, medenî, muhtemelen Hıristiyan ve Roma ile birlikte nispeten istikrarlı bir dünya düzeninin devamını sağlayan bir ülke olarak sunmaktadır. Onun görüşüne göre, Araplar sadece İran Hükümeti’ne sızmadılar veya İran otoritesinin sorumluluğunu üstlenmediler; ayrıca imparatorluğu ve onun Doğu’da asırlardır sağladığı istikrarı da tümüyle yok ettiler. Bu şekilde, Arapların suçu sadece Hıristiyanlara eziyet etmek ve din değiştirmeyi teşvik etmek değil, aynı zamanda, Hıristiyan veya pagan, eski medeniyetleri yıkmak oluyordu. Bu bağlam içerisinde Biglia, “Muhammed’in hurafeleri insanları o kadar hissizleştirdi ki, bunlar, insanlığı tamamen reddetmiş gibiydiler. İster Yunan ister İran olsun, eskilerin bütün hatırası yok oldu ve bir zamanlar bilinen bütün iyiliklerin izi bile kalmadı” asılsız görüşünü öne sürmüştür (Ibidem, 377, 426).
XV. yüzyıl Rönesans hümanistlerinden Francesco Filelfo, Aeneas Sylvius ve diğerleri, Türklerin ve İslâm’ın hızlı yükselişiyle meşgul oluyor ve dönemin papaları ile Avrupa hükümdarlarına gönderdikleri mektuplarda bu yükselişten doğabilecek olumsuz neticelerden bahsediyorlardı. Sylvius’a göre, İslâm, ilk başlarda Araplar tarafından uygulandığı şekliyle Hıristiyanlığa fazla zarar vermemişti. Gerçek kriz ve Hırstiyanlığa büyük tehdit Türklerin İslâm’ı kabul etmesi ve sahneye çıkmasıyla meydana gelmiştir. İslâm’ın oldukça hızlı bir şekilde yayılmasından rahatsız olan Aeneas Sylvius bu durumu şöyle izah etmiştir:
“Felâket (yani İslâm) Heraklius’un hükümdarlığı sırasında başladı. Çünkü, kurtuluş yolu Tanrı’nın oğlu İsa tarafından herkese açılmıştı…/…İnsan ırkına karşı nefretle dolu olan şeytan, İsa’nın her yerde hükümdar olmasına öfkelenerek Arabistan’da Muhammed adında sahte bir peygamber yetiştirdi…/...Yunanlar arasında imparatorluk çoktan zayıflamıştı ve Roma’nın faziletleri değişik bir yere (İstanbul) nakledildikten sonra zayıf düştü…/…Bununla birlikte Frankların kralı Pepin’in zamanına kadar Asya’da çok sayıda Hıristiyan kalmıştı…/…O dönemde Türkler İskyt ülkesinden çıkarak Kapadokya, Pontus, Bitinya, Truva, Kilikya ve Küçük Asya’nın tümünü işgal ettiler ve bizim ihmalimiz sayesinde güçlenmiş olarak, sadece Hıristiyanları Asya’dan sürmekle kalmadılar, Çanakkale Boğazı’nı teknelerle geçerek Makedonya, Trakya ve Atika’yı da istilâ ettiler” (Ibid., 408-409).
Sylvius ve onun gibi düşünen Rönesans hümanistleri ve bütün Hıristiyanlar, Peygamber Hz. İsa’yı Tanrı’nın oğlu Tanrı, insanlık tarihinin en büyük dehası olan Hz. Muhammed(s.a.v.)’i ise “şeytanın yetiştirdiği sahte bir peygamber” olarak göstermektedirler. Ancak Hz. İsa Tanrı’nın oğlu değildir. O da Allah’ın Nazaret’te yaşayan bir Yahudi topluluğuna gönderdiği bir elçi, bir peygamberdir. Hz. Muhammed (s.a.v.) ise sahte bir peygamber değildir. O’nu şeytan yetiştirmemiştir. O’nu Allah, sadece bir kabileye, kavme, millete veya ırka da göndermemiştir. Allah Hz. Muhammed(s.a.v)’i bütün insanlığa kıyamete kadar son peygamber olarak göndermiştir. Onun aracılığıyla kendi mucizesi olan Kur’ân-ı Kerîm’i de indirmiştir.
Rönesans hümanistleri ve diğer Hıristiyanlar başlangıcından günümüze kadar geçen dönem içerisinde büyük bunalım ve yanılgı içerisinde bulundular. Bundan böyle de aynı inançta kalırlarsa, yine bunalım ve yanılgı içerisinde bulunacaklardır. Çünkü Hz. İsa Allah’ın oğlu değildir. Kur’ân-ı Kerîm’in Meryem Sûresi’nin 35. Âyeti’nde şöyle denmektedir: “Allah’ın bir evlât edinmesi, olur şey değildir. O, bundan münezzehtir. Bir işe hükmettiği zaman, ona sadece “Ol!” der ve hemen olur.” (Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, 306). Hz. İsa Allah’ın bir kulu ve Hz. Muhammed(s.a.v.)’den önce sadece bir Yahudi kabilesine gönderilen bir peygamberdir. Hıristiyanlık’ta Hz. İsa hakkında öne sürülen irasyonel ve mantıksız bilgileri Kur’ân-ı Kerîm aydınlatıcı açıklık getirerek düzeltmektedir. Kur’ân-ın Meryem Sûresi’nin 1 - 39 âyetleri arasında Hz. İsa’nın dünyaya Allah Teâlâ’nın bir kulu ve kitaplı bir peygamberi olarak gelişine açıklık getirilmektedir. Bu sûrenin 29. âyetinde, “Bunun üzerine Meryem çocuğu gösterdi. ‘Biz, dediler, beşikteki bir sabî ile nasıl konuşuruz?” (Allah Teâlâ’nın mustakbel elçisi olan çocuk, O’nun verdiği konuşma kabiliyeti ile geldi ve) adı geçen sûrenin 30. âyetinde İsa şöyle dedi: “Ben, Allah’ın kuluyum. O, bana Kitab’ı verdi ve beni peygamber yaptı.” (Ibidem, 306). 36. âyette ise (İsa şunu söyledi:) “Muhakkak ki Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O’na kulluk ediniz. İşte doğru yol budur.” (Ibid., 306). 37. âyette: “Sonra guruplar kendi aralarında ayrılığa düştüler. Büyük güne şahit olunduğu zamanda vay o kâfirlerin haline!” denmektedir (Ib., 306).
Allah, Es-Saff Sûresi’nin 14. Âyeti’nde şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’ın yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu İsa havârîlere: ‘Allah’a (giden yolda) benim yardımcılarım kimdir?’ demişti. Havârîlerle ilgili (Es-Saff Sûresi’nin 14. Âyeti’nin altında yapılan açıklamada şöyle yazmaktadır: “Havârîler”, Hz. İsa’ya herkesten önce inanan ve ona yardımcı olan 12 ihlâslı ve temiz insana verilen isimdir. Hz. İsa’ya inananlar, onun Allah’ın kulu ve peygamberi olduğunu tasdik ederek inananlardır. Hz. İsa’nın Allah’ın kulu ve peygamberi olduğunu inkâr edenler ise, onun Allah’ın oğlu ve üçün üçüncüsü olduğunu söyleyenlerdir. Es-Saff Sûresi’nin 14. Âyeti’nin altında yapılan açıklamada şöyle yazmaktadır: “Havariler de: ‘Allah (yolunun) yardımcıları biziz’ demişlerdi. İsrailoğullarından bir zümre inanmış, bir zümre de inkâr etmişti. Nihayet biz inananları, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler” Ib., 551).
Kur’ân-ı Kerîm’in Es-Saff Sûresi’nin 6. Âyeti’nde Hz. İsa’nın müjdeleyici sözleri şöyledir: “Hatırla ki, Meryem Oğlu İsa: Ey İsrailoğulları! Ben size Allah’ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim” demişti (Ib., 150 - 152 ). Fakat O, kendilerine açık deliller getirince: “Bu apaçık bir büyüdür” dediler (Ib., 551).
Peygamber Hz. İsa tarafından verilen bu müjde bugünkü İnciller’de açıkça geçiyor mu? Hayır. Bugünkü İnciller’de bu isim aşikâre bulunmuyor. Fakat bu gerçek, Barnabas İncili’nde apaçık bir şekilde geçmektedir (Nabil el Fadl, Op. cit.,175).
Barnabas İncili’ne gerçekten çok geç bir zamanda ulaşılmıştır. Bu İncil XVI. yüzyılın sonunda İtalya’da keşfedilmiştir. Barnabas İncili niçin diğer Kitab-ı Mukaddes’teki İncillere eklenmemiştir? Zira bu Barnabas İncil’i Hıristiyanlığı temelinden sarsmakta (İran’da Devrim Muhafızları ile bağlantılı “Basij Pres” sitesi, Türkiye’nin elinde bulunan “Barnabas İncili”nin Hıristiyanlık dinini çökerteceğini öne sürdü. Hz. İsa’nın Havârîlerinden Barnabas’ın yazdığı ve İslâmiyetin gelişini haber verdiği söylenen İncil’in bir nüshasının, 2000 yılında düzenlenen bir kaçakçılık operasyonunda Türk askerlerinin eline geçtiği ifade edilmektedir.
Haberde İncil’in halen Türk ordusunun elinde bulunduğu, çünkü Siyonistlerin ve Batı yönetimlerinin kitapta yer alan iddiaları örtbas etmek istediği öne sürüldü. Vatikan yetkililerinin kitabı incelemek için Türkiye’ye başvuruda bulunduğu belirtilirken, Türk yönetiminin İncil’i kamuoyuna açıklamayı plânladığı kaydedildi (Bkz.: Kasım Cindemir, Türkiye’deki Barnabas İncil’i Hıristiyanlığı Çökertebilir. – Haber Türk (Ankara), 25 Mayıs 2012, 20). Barnabas İncil’i bütün inanmış Hıristiyanları Hz. Muhammed(s.a.v.)’in dinine tabi olmaya davet etmektedir (N. el-Fadl, Op. cit., 176).
Barnabas İncil’i, Peygamber Hz. İsa’nın şöyle dediğini ifade etmektedir: “Allah’ın İbrahim ile yaptığı ahit, onun oğlu İsmail vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Ayrıca övülen nesil İsmail’in neslinden süzülerek gelmiş olandır; İshak veya Davud’un değil. Diğer tarafta İsa, Barnabas İncili’nde Hz. Muhammed(s.a.v.)’in geleceğini tekrar tekrar müjdelemektedir” (Ibidem, 176).
Tarsuslu Pavlos’a gezilerinde arkadaşlık eden, ancak Pavlos’la anlaşamayarak ondan ayrılan Barnabas, Pavlos’un birçok hataya düştüğünü ve daha sonra bunları düzeltmesi için inanmış Hıristiyanların kendisine geldiğini de söylemektedir (Ibid., 176).
Barnabas İncili’nin 41. Bölümü’nde, Cennetten çıkarılan Hz. Adem’in geriye dönüp baktığında kapının üzerinde, “Lâ İlâhe İllâllah, Muhammedün Resulüllah” (Allah tektir ve Muhammed O’nun elçisidir) yazdığını görmüştür. Kitapta ayrıca, Hz. İsa’nın asla çarmıha gerilmediği, Allah’ın oğlu olmadığı ve Hz. Muhammed(s.a.v.)’in son peygamber olarak geleceği söylendiği için hem Yahudiler, hem Hıristiyanlar Havârî Barnabas’ın İncili’ni reddetmektedirler (N. el Fadl, Op.cit.,176. Daha geniş bilgi için bkz.: Ibidem, 9 - 222).
19 Ekim 2013 tarihinde Londra’da gerçekleşen bir konferansta konuşmacı Joseph Atwill, “Hz. İsa’yı Biz Mi Yarattık” konusu üzerine açıklama yapmıştır. Hıristiyan bir ailede Hıristiyan olarak yetişen Atwill, yaptığı araştırmalar sonucunda Hıristiyanlığın aslında bir din olmadığını öne sürmüştür. Fikirlerini şu cümlelerle özetlemiştir: “Roma İmparatorluğu zamanında aristokratlar toplum üzerinde söz sahibi olabilmek için olmayan bir kahraman (Hz. İsa kastedilmektedir) ve keyfi kurallarla döşenmiş bir dini kitap (İncil kastedilmektedir) oluşturmuşlardır. Bunu, tarihi inceleyen herkes anlayabilir…” (Neva Çiftçioğlu Banes, Top, Vatan, İsa Peygamber ve Sen. – Haber Türk, 15 Ekim 2013, 21).
ABD müellifi Michael Paulkovich, “Makul İsa Yokmuş” (Michael Paulkovich, No Meek Messiah. Christianity’s Lies, Laws and Legacy) eserinde, Hz. İsa’dan sonra (M.S. I-III yüzyılları arasındaki dönemde) yaşayan 126 müellifin eserlerini incelemiş ve bu eserlerin hiçbirinde Nazaretli İsa’nın adına rastlamadığını yazmaktadır. O, “Daily Maille” Gazetesi’ne verdiği mülâkatta İsa’nın efsanevi bir kişi olduğunu ve hiçbir zaman yaşamadığını vurgulamaktadır (Шокантно тврдење на американскиот историчар. Исус не постоел! – Слободен печат (Скопје), 4 - 5 октомври 2014, 17). “Bu yüzden İsa düşünülmüş, hayali bir kişi olarak öne sürülmüş ve Hıristiyanlığa bağlı olan takipçileri tarafından ortaya çıkarılmıştır” yazmaktadır (Ibidem, 17).
Marilend Üniversitesi’nde okuyan Michael Paulkovich bu fikirleri “İsa Masalı” makalesi ve “Makul İsa Yokmuş” kitabında öne sürmüştür. Paulkovich, adı geçen gazeteye verdiği mülâkatta şu bilgileri vermektedir: “İsa döneminde yaşayan, ancak İsa’nın adını duymayan söz konusu 126 müellifi incelediğimde, aslında İsa’nın bir efsane figürü, düşünülmüş bir kişi olduğuna inanıyorum. Nazaretli İsa şehir efsanesinden başka bir şey değildir” diyorum (Ibid., 17).
M. Paulkovich, okuduğu bütün kitaplar arasında M. S. 95 yılında dönemin ünlü Roma tarihçisi Joseph Flavio tarafından yazılan sadece “Yahudi Savaşları” adlı kitabında İsa’nın adına rastlamıştır. Ancak, Paulkovich, “Joseph Flavio, İsa hakkında kitap yazmamıştır. Başka bir adla yazdığı bir kitabına İsa başlıklı bölümü de ilâve etmiştir” görüşünü savunmaktadır (Ib., 17).
M. Paulkovich, “Hıristiyanlığı yayan Tarsuslu Pavlos’un İncilinde İsa’ya karşı tarihte yaşayan gerçek bir kişi olarak bakmadığını, Meryem Ana’nın ve İsa’nın hayatında meydana gelen olayların farkında ve haberinin bile olmadığını, hattâ Pavlos’un, İsa’nın ne zaman ve nerede yaşadığını da bilmediğini iddia etmektedir (Ib.,17). Paulkovich, İsa’nın çarmıha gerildiğini de bir mecaz olarak nitelemektedir (Ib.,17). Paulkovich, ‘İsa, kendi hakkında hiçbir yazılı belge bırakmamıştır (Ib.,17). O, kendi hakkında hiçbir şey yazmayan bir fantomdur’ (Ib., 17). Ayrıca okuyucu, Hıristiyan papazı Atenagoras’ın yazdıklarını okurken, İsa adına rastlamamaktadır. Bu delil aslında, Atenagoras’ın da İsa’dan haberi olmadığını kanıtlamaktadır“ bilgisini sunmaktadır (Ib.,17).
Michael Paulkovich’in öne sürdüğü tez tartışmaya neden olacaktır. Çünkü dünyada bazı bilim insanları Peygamber Hz. İsa’nın varlığına inanmamakta, bazıları ise O’nun tarihi bir kişi olduğuna inanmaktadır. Peygamber Hz. İsa hakkında mevcut olan çok sayıda teorilerden biri Hz. İsa’nın Nazaretli Yahudi din adamı olduğunu, M.Ö. 7- 4 yılları arasında doğduğunu ve M. S. 30 veya 36 yılında öldüğünü öne sürmektedir (Ib.,17).
- Bu haber 05-10-2023 tarihinde yayınlanmıştır.