İletme Ricasıyla
Gün gelecek seyirci kalp krizi geçirecek... Türk futbolunu takip edenler ne demek istediğimi anlar. Takip ettiğimiz, sabırsızlıkla beklediğimiz maçların saati geldiğinde izlediğimize pişman ettiren bir oyunla karşı karşıya kalıyoruz.
Özellikle, şu üç büyük takım diye adlandırılan Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe. Bu kulüpler, ne sevinmen için bir oyun sergiler, ne de ağlamana izin verirler. Onlar keyiflerine bakarken, seyirci her gün ölüp diriliyor, her maçta kalp krizi geçirme aşamasında.
Son yıllarda bu üç büyük takımın oyunundan pek çok kişi memnun değil. Gösterdikleri performans, harcadıkları paraların izini örtmüyor. Çok futbolcu getirildi, yeni statlar inşa edildi, birçok teknik direktör değiştirildi ama sonuç yine aynı. Bir kıpırdama bile yok, azıcık bir ilerleme olursa her şey helal ama o da yok.
Bu takımların maçlarını izlemek heyecan yapmıyor artık. Diğer takımlar çok daha başarılı. Onları izlemek, verdikleri mücadele insanı zevklendirir. Seyirci futbola doyar.
Üç takımdan sadece büyük sözcüğü kalmış herhalde. Ne istek var, ne mücadele. Ne yarışmak var, ne performansı düzeltmek. Nasıl olsa bizi şampiyon yaparlar deyip yan yatar her biri. Puanları kaybedince, seyirci protesto edince vay başımıza gelenler deyip hakemlere saldırı, teknik hocaları gönderme, futbolcuları cezalandırma uygulamaları sahne alıyor.
‘Yok hakem bize yan baktı, yok kalemizde gördüğümüz gol ofsaytı’. Bunlar hepsi bahane. Koçum, sen takıma yatırım yapmışsın. Milyonlarca avro harcamışsın ama taşları yerine oturma yeteneği yok. Sadece futbolcu satın almakla olmaz bu işler. Takımı kurma, onu organize etme. Bunları yapmak için becerikli olman lazım.
Çoğu kez bunu yönetemeyen kişiler gördük. Futbolculara imza attırıp bir şey yapmış gibiler ama bakıyorsun bonservisi 10 milyon avro olan futbolcu bir maça bile çıkmamış, gece hayatında tam performansı sezon sonunda ise bavulunu toplayıp ülkesine döner.
Alacakları, tazminatı, diğer harcamaları. Bunları bir araya toplayıp ödenmesi gerektiğinde kulübün kasası bir anda boşalır. Böyle yönetmek çok kolay. İş, takımı zarardan çıkarmak veya kulüp kar yapmak. Bunu başarabilen çok az.
Futbolda zarar yapınca diğer dallarda da yatırım yapmazlar. Oysa, futboldan çok daha başarılı branşlar var. Bir yardım eli uzatıp çok daha başarılı olabilecek yetenekli sporcular var.
Milyonlarca avro tazminat ödeyen kulüpler var ama bir tenisçiye ya da diğer bir sporcuya maaşını ödeyecek para yok. Bu ne plan, ne program. Kardeşim, gördük kim futboldan hep zarar ediyorsun. Artı başarı da gelmiyor. O zaman diğer branşlara yönel. Orada küçücük bir yardımla çok büyük dereceler elde edinebilir.
Örnek. Bir futbolcuya 10 milyon veriyorsun, artı maaşı. Bir baktın o futbolcunun performansı içler acısı. 10 milyon boşa gitmiş, takım da geriye. Oysa, aynı kulüp’te basketbol takımının yıllık bütçesi 2-3 milyon avro. Ve bu takım o küçük bütçesiyle Avrupa’nın zirvesinde.
Türk sporunu yönetenler buna çok dikkat etmeli. Sadece yönetici oldum diyerek olmaz bu işler. Yöneticinin işi, yönetmek ve bu yolda iken kurumu ilerletmek. Türk voleybolu her zaman örnek alınacak.
Nerden nereye? Artık zirvede ve yıllarca bu spor dalın sultanı. Az yatırımlarla çok büyük başarılar. İzlediğimde çok büyük zevk alıyorum. Herkes, bu branşı örnek alsın. İnanın maçlarda futbol tribünlerinden daha fazla seyirci topluyor. Helal olsun. Bu tabloda katkısı olan herkesi kutluyorum. Başarının sırrını diğer branşlardaki meslektaşlarına iletmeleri ricasıyla...
- Bu haber 21-02-2017 tarihinde yayınlanmıştır.