KİTAP MERAKI
Bugünlerde Üsküp Kitap Fuarı düzenleniyor. Bu vesileyle kitap konusu etrafında biraz farklı bazı düşünce sularına dalmayı deneyeceğim. Kitap için Fuar tertiplemek, kitabı saymak, kitaba önem vermek demektir. Bu Fuarın örgütleyicilerini bu hizmetlerinden ötürü saygıyla ve içtenlikle tebrik ediyorum. Bu sayede ülkemizin kültür hayatını zenginleştiren bir geniş çaplı entelektüel “operasyon” gerçekleşmekte. Bu fuardan beklentimiz odur ki kitabın ne kadar mühim bir “obje” olduğunu bize hatırlatsın. Hem de sadece günümüz ve ortamımız için değil, tüm insanlık tarihinde ne kadar önemli bir rol üstlendiğini bizlere hatırlatsın. Kitaplar, yani kaynak niteliğindeki yazılı eserler olmasaydı, tarihte olup bitenleri nereden öğrenip bilecektik?!
Kitap merakı olmadan hiçbir şey olmaz. Okumak her şeydir. Makedonya Türk toplumu olarak istikbalimizi garanti altına almak istiyorsak okumamız gerekiyor, hatta çok okumak! Geleceğimizin teminatını sağlamak hedefimiz ise, o halde başvuracağımız ilk ve en önemli adres kitaplar olmalıdır! Okumak, esas ve temel alışkanlıklarımız arasında yerini bulmalıdır. Evella, çocuklarımız ile gençlerimize kitap sevgisini aşılama yollarını arayıp bulmamızda kararlı bir tutum içinde olmayı son derece önemli görüyorum.
Makedonya Türk toplumu olarak türlü mikro ile makro düzeydeki kirli oyunlara alet olmamak için ve varlığımıza yönelik tehditleri bertaraf etmek için kültür ve ilim tohumları ekmeliyiz. Buysa kitap sevgisi ile okuma alışkanlığının sağlanmasıyla mümkündür.
Türk olmak hiç de kolay bir şey değildir, bunu aklımızdan silmemeye dikkat edelim. Türk olmak, ağır yük taşımak demektir. Çok okumak ise, bu yükü onurlu bir şekilde taşımamıza en büyük desteği sunup, Türk olmanın verdiği gurura ulaştıran engebeli yolları daha kolay aşmamızda yardımcı olacağından emin olabiliriz.
Ancak sadece lokal, yani yöresel ve mahalli düzeyde düşünmemeliyiz. Diğer sözlerle, Makedonya Türk Kültürü, Türk Dünyası Kültürünün ayrılmaz bir parçası olarak varlığını sürdürmüş ve sürdürmekte. Büyük bir okyanusun küçük, ancak pek verimli bir dalgasıyız biz. Bu bilinci içine kazımayan varsa, geç kalmamak için hemen bunu yapmalı! Makedonya Türk Kültürünün bekası, Türk Dünyası Kültürünün bekasıdır. Aynı zamanda, Türk Dünyasındaki varoluş hamleleri de, Makedonya Türklerinin varoluşuyla doğru orantılıdır.
Kitaba ve okuma alışkanlığına dönelim. Real ve gerçekçi olmak gerekirse şunu söylemeliyiz: maalesef Makedonlardan çok daha az okuyoruz. Çok üzülüyorum. Bugünkü duruma bakılırsa eğer, genel bir kanıdır ki, Doğu milletleri Batılılardan daha az kitap okuyor. Batının kültür ve teknolojide bizden birkaç adım daha ileride olduğunu kabul etmiş olursak, bunun sırrını ve sebebini onların kitaba karşı olan bağlılıklarında arayabiliriz.
Okumak yazmaya götürür. Yazmak ise var olmak demektir. Yazılı eser bırakmak tarihe tanıklık etmek demektir. Kitapsız olmak, yok olmaya götüren bir yoldur. Bir toplumun bıraktıkları yazılı eserler o toplumun ayakta kalabilmesinin olmazsa olmazlarından en önemlisi ve hassasiyeti en yüksek olanıdır. Tarihte yazılı eser bırakamayan ve bu sebepten ötürü tarih sahnesinden silinen, adeta yokolan millet ve devletlerin sayısı hayli kabarık. Mesela uzak tarihte iki büyük ve güçlü Türk devletleri olan Hazarlar ve Bulgarlar yazılı edebiyat bırakmadıkları için asimilasyona kurban gitmişlerdir. Daha örnekler var. Bu doğrultuda Atatürk’ün güzel sözü var: “Tarihi biz yaptık, başkaları yazdı”. Artık biz yazmaya başlayalım diyenlerin çığlıklarını hissediyorum. Dünya tarihini yeniden yazmanın sırası bizde artık, zamanı geldi, çattı bile!
Yazılı edebiyat üretmeyen toplum yok olmaya mahkumdur. Sadece maddiyatın verdiği rehavete (tembelliğe) doğru yüz tutmuş olan toplumlar kitaptan uzaklaşabilir. Buysa milli varoluşumuzun en büyük yarası haline gelebilir, Allah korusun bu yara öldürebilir de! Yazılı kültür bir milletin var olması için temel teşkil eder. Ulusların kendine has düşünce ve duygularını, tarihte bıraktığı izleri yazıya dökerek belgelemek esas bir meseledir.
Yazılı edebiyat olmadan tarih de yoktur. Tarihi olmayanlar ise geleceği inşa ederken dayanacağı “taşları” zor bulurlar. Tarihe gömülürler. (Mesela sadece Balkanlarda yok olan, yani asimile olan Türk kavimlerini sayalım: Kumanlar, Peçenekler, Vardariyotlar, Kalaçlar, Kaçarlar, Çakarlar, Başkurtlar, v.b.)
Makedonya Türk Varlığının, daha doğrusu kültür ve edebiyatının bugünkü durumunu anlamak, bu varlığın en eski tarihlerden başlayan devamlılığının bilincinde olmamızı arz eder. Bugün bir kıpırdama, hatta canlılığa doğru atlımlar gözlerimizin önünde. Edebiyat ve kültürümüzün geleceğini görebilmekten önce, eskilerden bugüne dek yaşanan edebi çıkışlarımızı iyice tahlil etmemiz her edebiyat ve dil erimizin, hatta her entelektüelimizin görevidir. Tersinden başlayarak kısaca kronolojik olarak değineyim. Türbülanslarla dolu tranzisyon ve posttranzisyon dönemi, ki bu dönemde Türkiye ile kurulan daha sağlam kültürel ve edebi ilişkiler sayesinde somut meyveler çıktı. Ondan önce sosyalist dönem, ki bu dönemde klasikten çağdaşlığa geçiş yapılarak, çok önemli kayda değer eserler bırakıldı. Ondan da önce Osmanlı, ki bu dönem için ciltler dolusu kitap yazmak gerekir-umut edelim ki bir gün olacak! Ondan da önce, Osmanlı öncesi Makedonya Türk varlığı, ki bu dokunulmamış bir denizdir, oysa bu denizde neler neler saklı (mesela Makedon sanat tarihçisi Blaga Aleksova yazdığı “Bregalnica episkopisi” adlı bilimsel eserinde Makedonya’nın ilk Hıristiyan merkezi olan Bregalniça’da bulunmuş enigmatik Türk damgalarından bahseder). Araştırılmayı bekleyen daha nicesi var!
Bir hafıza taşıyıcıysa kitap, o zaman sayısız bilgiyle donanmış sayısız hafızanın evidir kütüphane. Kütüphanesi olan, gelişmiş olandır, modern zamanın mantığı bundan ibarettir. Kütüphanesi olmayanın kaderi cehalettir, buysa şeytana kolayca yem olmak demektir. Bizim bir tek kütüphanemiz vardı, o da İsa Bey camii yanında Bit Pazar hastanesi arkasında bulunuyordu. Bu kütüphaneye ne oldu? Ordaki kitapları kim aldı? Bu konuya eğilmek lazım. Çok şükür Yunus Emre Kültür Merkezi ile Köprü’nün kütüphaneleri bizlere ufuk açmaya hazır durumda bekliyor.
Bilgisayardan da okumak mümkün ve çok yararlı olabilir, ancak buna rağmen bilgisayar kitapla rekabetindeki yarışı kaybedecektir. Ne kadar isterse pratik ve ne kadar isterse bilgi donanımlı olsun, bilgisayar asla kitabın yerini alamayacaktır. Evet her ikisinden de okuma eylemi gerçekleşebiliyor, ancak tadı çok farklı. Hatta bir yerde okumuştum: kitap sayfaları, okurken, okuyanın sağlığına iyi geliyormuş! Kağıdı keşfeden Çinliler uzun süre kağıdın nasıl üretildiğini tüm dünyadan saklamış. İlk yazıyı tabletlere Sümerler oymuş ve bundan dolayı Sümerler uygarlığın başlangıcı olarak ele alınır. Uygarlık yazılı kültürle başlamış olur. Ondan sonra eski Mısırlılar papirüsü kullanmış. Sonra da, antik Helenler Bergama şehrinden adını alan pergamon üzerine yazı bırakmışlar.
Söz konusu yazı ve kitap-kağıt olunca, bir Türk olarak Hüsnühatla böbürlenmek hakkımdır. Dünyada en güzel kaligrafi ve el yazı örneklerini atalarımız vermiştir. “Kur’an’ı Kerim Mekke’de indi, Kahire’de okundu, İstanbul'da yazıldı” deyimi ne güzel aksettirmiş milletçe taşıdığımız yazıya ve kitaba olan genetik ve tarihi düşkünlüğümüzü.
Yazılı edebiyat yaratmak, bir milletin dilini korumak ve yaşatmak misyonudur. Buysa o milletin kaderini belirler. Bence bir milleti millet yapan en önemli üç husus Dil, Özel İsimler ve duygulara en dolaysız ve doğrudan nüfuz eden Müzik olsa gerekir. Kitap sevgisi ve merakı ise milli yükselmenin baş motorudur.
Türk ulusunun en dürüst, en asil, en yiğit ve nadir üstün zekalı evlatlarından biri olan Ulu Önderimizi yad ederek, bu güzel insanın yakın ve uzak tarihimizin en muazzam milli hamlelerinden birini gerçekleştirdiği bilinciyle yürüyelim parlak bir geleceğe! Keşke hepimizde Atatürk’ün kitap merakı olsa!
Türk Dünyası bir bütündür, aynı devlette yaşamasak da, aramızda sınırlar olsa da, biz yine aynı bedenin organlarıyız. Dünya Türklerinin bu uyanış devrinde aman sakın kitabı ez geçmeyelim ve ona karşı olan genetik saygımızı refresh yapalım! (Yani yeniden tazeleyelim). Makedonya Türk Kimliğini oluşturmaya gerek yok, o var, yeter ki arkamıza bir bakalım ve öylece önümüz daha aydın olsun! Üsküp Türkçesi ve diğer Makedonya Türk şive ile ağızlarına da küçümseme gözüyle bakmayalım, onları birer öz nişanemiz olarak hoş görelim ve böylece kendimizi daha iyi tanıyalım ve bilelim. Yunus Emre’nin dediği gibi: “İlim kendini bilmektir”. Kendi milletini iyice tanıyıp sevmeyen, başka milletleri de sevemez. Öz toplumumuzun hem iyi hem de kötü yanlarını bilip, sadece faydalı olanı öne sürelim! Başka uluslar, biz kendi ulusal varlığımızın değerlerini saydığımız ölçüde bizi sayacaktır! Kendimizi nasıl görürsek, başkaları da bizi öyle görecektir!
Bazı yabancı dilbilimcilerin tespitini naklediyorum: “Türk dili dünyanın en zengin ve olanakları en geniş dilidir”. Hadi bu güneş dilinde güneşli kitaplar yazalım! Ancak, okuma merakı ve alışkanlığı olmadan, kitap yazmak olanak dışı bir olgu niteliği taşır...
- Bu haber 18-04-2016 tarihinde yayınlanmıştır.