Öğretmen ve Öğrencilerin Yaptıkları Hatalar…
Günter Mercan
“Bir kitap okuyan her şeyi bildiğini zanneder. İkinci kitabı okuyan kuşkuya düşer. Üçüncü kitabı okuyan hiçbir şey bilmediğini anlar.” (Frederick Pollock)
Öğretmenler olarak yaptığımız yanlışlar...
Daha önceki yazılarımda da vurguladığım gibi eşi benzeri görülmemiş bir dönemde yaşıyoruz ve daha ilginç devrimlerin de şafağındayız. İnsanların geleceği net bir şekilde tahmin etmesi imkânsızdır. Aynı şekilde, daha önceki dönemlerde insanların gelecek hakkında bilmediği bir sürü şey vardı ama en azından toplumun temel özelliklerinin aynı kalacağına inanıyorlardı. Oysa günümüzde bu çok daha zor, çünkü teknoloji beden, beyin ve zihin mühendisliği yapabilmemizi olanaklı kılınca, daha önce sabit ve ebedi görünenler de dahil hiçbir şeyden emin olamıyoruz.
Günümüzde çoğu öğretmen bilgi yüklemeye odaklanıyor. Eskiden bilgi az olduğu ve yavaş yavaş sızan mevcut bilgilerin önü sık sık sansürle karşılaştığı için bu yöntem bir anlam taşıyordu. Üç yıldır hem fakültede hem de lisede öğretim görevlisi olarak çalıştığım için bazı durumları canlı görme fırsatı buldum. Öğrenciler, gerek üniversitede gerek de lisede olsun derslere karşı ilgisiz. Üniversitede ders zorunlu katılım aramıyorsa gelmiyorlar. Lisede veya üniversitede katılımın zorunlu olduğu derslerde ise öğrencilerin büyük çoğunluğu dersi dinlemiyor, dersle ilgili soru sormuyorlar. Öğretmen olarak ders anlattığımızda onların ilgisini çekmek ve geri dönüş alabilmek gerçekten de çok zor. Peki, suç sadece öğrencilerde mi? Bence hayır, öğretmenler olarak görevimizi gerektiği gibi yapmıyoruz.
Öğrenciler 21. yüzyılda inanılmaz miktarda bilgiye maruz kalıyorlar. Yaşam, reel dünyadan siber ortama doğru kayıyor, öğrenciler bilgiye doymuyor. Deniz Ülke Arıboğan “Duvar” adlı kitabında bu duruma açıklık getirirken şu bilgileri bizimle paylaşıyor: “Dünya genelinde internet kullanıcı sayısı 3,7 milyara ulaşmış durumda. Her gün 260 milyardan fazla e-mail gönderiliyor, 230 milyon Skype araması yapılıyor. İnstagram’a konulan günlük fotoğraf sayısı 70 milyonu aşmış durumda. Her gün 500 milyon civarında twit atılıyor, YouTube’dan 6 milyar civarında video izleniyor. Aktif durumda 2 milyar Facebook ve 300 milyonu aşan Twitter kullanıcısı var. 2017 yılı itibariyle Google üzerinden yapılan arama sayısı günde 6,5 milyar civarına yükselmiş durumda...” Vikipedi maddeleri, TED konferansları derken, böyle bir dünyada bir öğretmenin öğrencilerine vermesi gereken son şey daha fazla bilgi. Öğretmenlere gerek duymadan gereğinden fazlasına maruz kalıyorlar. Bunun yerine insanların bilgiyi anlamlandırabilme, neyin önemli neyin önemsiz olduğunu ayırt edebilme ve her şeyden önce de pek çok bilgi parçasını dünyaya ilişkin geniş bir resme dönüştürebilme yeteneğine gereksinimleri var.
Yuval Noah Harari “21. Yüzyıl için 21 Ders” adlı kitabında, okullar ve öğretmenlerin teknik becerileri ikinci plana alıp genel amaçlı yaşam becerilerine ağırlık vermeleri gerekliliğini savunuyor. Çoğu pedagoji uzmanı okulların şu dört şeyi iyi öğretmeye başlaması gerektiğini destekliyor: eleştirel düşünce, iletişim, işbirliği ve yaratıcılık.
Günümüze kadar kullandığımız öğretmenlik modelini bir kenara atıp, ‘enformasyon çağı’ olarak da tanımladığımız bu dönemde öğrencilerimizin ilgisini çekebilmek ve onlara daha kaliteli eğitim verebilmek ya da onları yeniden okula geri döndürebilmek için çok kolay elde edebilecekleri bilgiye odaklı değil de yukarıda da bahsettiğim gibi ellerinde olan bilgileri anlamlandırmaya, eleştirel düşünceye yönelik bir model kurarak eğitim vermeliyiz.
Öğrenci olarak neleri yanlış yapıyoruz?
İlber Ortaylı, “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” adlı kitabında hayatımızın temel olarak dörde ayrıldığını söylüyor: 12-25 arası, 25-40 arası, 40-55 arası ve 55 sonrası. Verimli, güzel bir ömür sürmek için, iyi bir yaşam için, her bir dönemde tamamlamamız gereken bazı işler ve edinmemiz gereken bazı alışkanlıklarımızın olduğunu bize hatırlatıyor. Geçmişe bakarsak Klasik dünyanın bütün önde gelenleri, İslam medeniyetinin bütün taşıyıcıları, Rönesans’ın bütün büyük adamları kendilerini 12-25 yaşları arasında var etmiştir. Hatta bu isimlerin bir kısmı daha o yaşlarında büyük eserler de verebilmiştir. Bu insanlar daha 25’ine gelmeden, hayatlarının ilk döneminde kendilerini yetiştirmişlerdir. Okuyacaklarını okumuş, alacaklarını almışlardır. Ondan sonra da eser vermeye geçmişlerdir.
Fakat, bugünün insanları, kendimi de dahil ederek söylüyorum, dünyanın her yerinde de bu böyledir, yüksek lisans, doktora derken, 30’lu yaşlara geliyor; hatta bu yaşları dahi geçiyoruz. Kendini göstermek, mesleğinde kaliteni ispat etmek gibi şeylerle uğraşırken İlber Ortaylı’nın “temel atma” olarak adlandırdığı bu dönemi verimli kullanamıyor ve diğer dönemlere adım atmada da hep geç kalıyoruz.
Yukarıda da dediğim gibi hem öğretim görevlisi hem de bir öğrenci olarak her iki tarafın da problemlerini yakından görme fırsatı buluyorum. Öğrencilere baktığımda, ben de yüksek lisans öğrencisi olarak kendimi bu gruba dahil ediyorum, gerçekten de canım yanıyor. İş ahlakı açısından sorunumuz var. Zaman zaman tembellik yapılabilir; ama bu bir defa olur, iki defa olur, fazla tekrarlanmaz. Tekrarlanırsa, zaten sorumluluk almayı istemiyoruz demektir, iş yapmak istemiyoruz demektir. Boş bir şımarıklığımız var, kendimizi disipline etme gereği duymamamız var. Sorumluluk almaktan korktuğumuz için ya da ilgilenmediğimiz için, disiplin yok, o disiplinin getirdiği sıkıntı yok; dolayısıyla o sıkıntıyı aşmak için vereceğimiz mücadele, yol-yöntem arama yok. Sonucunda bir boşlukta dolaşıyoruz, yol katettiğimizi düşünüyoruz; ama çok sayıda treni kaçırıyoruz, hiçbir şekilde bir yere varamıyoruz, ya da çok geç varıyoruz. İşte o temel atma dönemi geçip gidiyor ve diğer dönemlerde yapmamız gereken işlerin temeli zayıf kalıyor ve kaliteli olmuyor. Farkına varınca da geç oluyor artık.
Yapmamız gereken şey daha genç yaşta sorumluluk alabilmek, konfor alanımızdan çıkmak, kendimizi disipline etmek ve sürekli kendimizi geliştirmek. Bunun için de hem çok okumalı hem de çok çalışmalıyız. Yanlızca okulda verilen görevleri yerine getirmek değil söylemek istediğim, her alandan farklı farklı şeyler okumak, sadece ilgi alanımızı oluşturan şeylerle ilgilenmekten ziyade farklı farklı alanlardan, branşlardan bilgi edinmek amacımız olmalı.
İlber Hoca’nın da dediği gibi: “İyi hocanın insanın üzerinde etkisi çoktur ama esas önemli olan kişinin kendini nasıl yetiştirdiğidir.” Sonuç olarak, eğitimde yaşadığımız problemlerin sorumlusu olarak bir grubu öne çıkarmak yanlış olur. Her iki tarafın da kendine özgü sorunları var; iki taraf da kendi sorumluluğunu reddeder ve çalışmaya başlamassa, suçu hep diğer tarafa atarsa problemler daha da büyüyecek ve içinden çıkılmaz bir hal alacaktır.
- Bu haber 08-11-2019 tarihinde yayınlanmıştır.