Varlık İçinde Yokluk
Günümüzde, bir şeye sahip olma çabası adına harcadığımız vakit, emek, maddi ve manevi imkanlar, meylettiğimiz şeylere karşı gösterdiğimiz hırs, bizi, elde etmek istediğimiz şeylere yakınlaştırırken, yaşadığımız çağın etkisiyle, çapımızın ve benliğimizin, kişisel yaşantımızın, kültür ve medeniyetimizin dışına sürükleyebilmektedir.
Ne istediğini bilmeyen, yanlış şeyleri arzulayan, elde ettiklerinin değerini anlayamayan, sahip olduklarını küçümseyen insanların olduğu bir dünyada yetişirken, istediği her şeye sahip olan insanların, aslında ne denli büyük kayıpları, eksiklikleri olduğunu düşünmeye başladım.
Yaşlılarımızın, zamanımızda, bugün sizin sahip olduğunuz hiçbir şeyimiz yoktu fakat sizin hayatınızdaki en büyük eksik olan huzurumuz çoktu demelerini çok kez garipsesem de artık hak vermeye başladım. Yamaçlarında hiçbir şeyleri olmamasına rağmen nasıl mutlu olurlar diye düşünsem de zamanla onları anlamaya, bu dünyadaki en büyük varlık olan aile, komşu ve dostlara gerçekten sahip olduklarına inanmaya başladım.
Meğerse, samimiyetin, yardımın gerçek olduğu o zamanlarda, bir parça kuru ekmeğe bile şükreden insanlar, hislerini dosdoğru yansıtan insanlarmış. Mutluluk, acı, hüzün ve heyecanlarını güvenerek paylaşabilecekleri dostlar biriktirmek için başvurdukları yollar ne kadar farklıymış, insanlarda şimdiki kadar kin, nefret, kıskançlık yokmuş belki de. Ya da yaşadığımız çağ, teknoloji, her şeye sahip olma fırsatı mı insanları yakınlaştırmak yerine birbirinden uzaklaştırdı.
Tek bir kelime söylemeden, gözlerimizden, beden dilimizden, söylemek istediklerimizi anlayan insanlara ne kadar çok ihtiyaç duyar olmuşuz. Dedelerimizin, komşuda pişen bize de düşer cümlesini ne kadar yanlış benimsemişiz. Acaba, şimdilerde yediğimiz, içtiğimiz her şeyin fotoğrafını, insanların gözüne sokmaya çalışırcasına sosyal medyada paylaşırken, çocuklarına yiyebilecekleri bir şeyler götürebilmek adına mücadele veren babaların, lokantaların önünden geçerken çocuklarının canı çekmesin diye yolunu uzatan annelerin duygularını hiç mi düşünmez olduk.
Eskiden, yokluk içinde, varlıklı yaşayan aileler, bugün varlık içinde yaşarken, acizliğiyle kendini yokluğa iten insanlara mı bıraktı yerini?
Karşılıklı ilişkiler emek harcanarak elde edilirmiş. Eskiden insanların saatlerce mektuplara sığdırmaya çalıştığı yazıları, günümüzde, kısa bir sürede, istediğimize ulaştırabilme şansını kazanırken, sabır kavramının anlamını kaybettik. Sabretmenin bir nevi olgunlaşmak anlamına geldiğini unutur olduk. Elimizdeki imkanlar bizi hissizleştirmeye başladı. Belki de hiçbir duyguyu tam yaşayamaz olduk, insanlara güvenmekten korktuğumuzdan, insan biriktirmeye korkar olduk.
Olur ya, tüm bunlar biz farkında olmadan oluyordur, biz dünya kargaşasına dalmışken, her gelen yeni neslin özümüzden koptuğunu fark edemiyoruzdur.
Eğer geçip giden zamanın farkına varabilirsek, manevi dünyayla ilişkimizi güçlendirip, yapay hayattan, abes isteklerden, yararsız ortamlardan biraz uzaklaşabilirsek, belki de sevdiklerimize daha fazla zaman ayırma fırsatımız, güvenebileceğimiz, sığınabileceğimiz insan biriktirme olanağımız olur.
İnsanoğlu istediği her şeyi başarabilir. Özümüzden kopmamak için atalarımızdan miras kalan geleneklerimize sahip çıkalım. Kültür ve medeniyetimizin zenginliklerini, yaşamamızın her alanında canlı tutmaya, girdiğimiz yabancı ortamlarda kendi kimliğimizi sergilemeye çalışalım. Dışı ufak, içi dolu şeylerle mutlu olmaya, mahdut şeylerle tatmin olmaya gayret edelim. Az olsun öz olsun ilkesini, ömrümüzde attığımız her yeni adımda müdafaa edelim.
Varlık içinde benliğimizi kaybetmememiz, ruhumuzun yoklukla imtihan olmaması umuduyla...
Müradiye ABDÜL
- Bu haber 07-04-2020 tarihinde yayınlanmıştır.