Osmanlı Medeniyetinde Gonca Gül
Yazıma, tarih kaynaklarından aldığım Osman Gazi’nin vasiyetnamesinden bahsederek başlamak istiyorum. Bana göre bu vasiyetname, birçok ihtilafa yanıt olarak yeter. Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’nin, oğlu Orhan Gazi’ye yazdığı vasiyeti, sonra gelen sultanlara da rehber olmuştu.
Bu vasiyetnameden birkaç cümle şöyledir: Allahuteala’nın emirlerine muhalif bir iş işlemeyesin! Bilmediğini ulemadan sorup anlayasın. İyice bilmeyince bir işe başlamayasın. Zalim olma. Âlemi adaletle şenlendir. Bizim mesleğimiz Rah-ı Huda’dır. Yoksa kuru bir kavga ve cihangirlik davası değildir. Daima herkese ihsanda bulun. Memleket işlerini noksansız gör. Hepinizi Allahuteala’ya emanet ediyorum…
Medeniyet, Arapçada “şehir” anlamına gelen ve müdûn köküne dayanan Medîne isminden türetilmiştir.
Batı dillerinde de medeniyet karşılığı olan civilization, Latince’de şehirli anlamına gelen civilis kelimesinden türetilmiştir.
Dolayısıyla medeniyet, “şehircilik” anlamını taşımaktadır. Yerleşik hayata geçen ilk Türkler Uygurlar olduğu için de Türkçe karşılığı uygarlık olmuştur.
İnsanlık tarihi boyunca yeryüzünde iki çeşit medeniyet görülmüştür. Bunlardan biri ilâhî dinlere inanan cemiyetlerin ortaya koyduğu medeniyetler, diğeri de inançsız insan topluluklarının medeniyetleridir.
İslâm alimleri medeniyeti, “tâmir-i bilâd, terfîh-i ibâd” şeklinde tarif etmişlerdir. Bu tarif, beldelerin îmâr edilerek insanlığın ihtiyaçlarını karşılayacak rahat ve huzur içinde yaşayacak şekle sokulması ve insanların, ruh, madde, fikir ve ahlâk bakımından yükselmesidir.
Son zamanlarda “Osmanlı” tanımı herkeste farklı bir his, farklı bir yankı uyandırıyor olsa da şahsen ben, “Osmanlı Devleti”nin bu tarife uygun bir medeniyeti yaşattıklarını düşünüyorum.
Osmanlılar ile kültürümüz, medeniyetimiz zirveye ulaşmıştır. Osmanlı devleti döneminde, insanların ince davranışları, ruhi ve bedeni temizlikleri, İslâm ahlâkı, adaleti, fazileti, ecdat sevgisi ve millî birliği, diğer devletlere, diğer medeniyetlere örnek olmaya hak kazanmıştır.
Osmanlı devletini anlamak, Osmanlı insanının ruhunu, Osmanlı kültürünün inceliklerini, Osmanlı padişahlarının imanını, uygulatmış olduğu her şeydeki ince düşüncesini anlamaktan geçiyor. Bence, Osmanlı’yı anlamamız için, çok okuyup çok araştırmamız, çok düşünmemiz gerekmektedir. Kitabı eline alan herkes, Osmanlı hakkında konuşmaya başlarsa haddimizi aşmış oluruz.
Daima, her konuda olmasına rağmen özellikle, din ve Osmanlı konusunda konuşurken, yanlış bilgiye sebebiyet yaratmaktan, hatalı bilgi aktarmaktan Allah’a sığınırım.
Ve müsaadenizle, Osmanlı’nın çok hoşuma giden bir zarafetinden, bir nezaketinden, bir inceliğinden bahsetmek istiyorum…
Bildiğimiz üzere Osmanlılar, çiçeklere çok değer verirdi. Osmanlılarda çiçek sevgisi her alanda kendini gösterirdi. Çiçek ve çiçek yetiştiriciliği farklı devletlerden gelenlerin ilgisini oldukça çekmeyi başarırdı. Osmanlılar, sarayda, sofralarda, törenlerde, düğünlerde, edebiyatta, kadınların yanı sıra erkeklerin de elbiseleri ile pabuç ve çizmelerinde ve çok önemli olan tedavide bile çiçeği kullanırlardı. Avrupa’nın aksine, Türklerde çiçeğin bir tedavi olarak kullanılıyor olmasının kaynaklarda görüldüğü muhakkaktır. Osmanlılar, belirli bazı çiçekleri, akıl hastalarına koklatarak, bu kokularla hastalarını tedavi etmeye çalışırlarmış.
Osmanlı’da, balkonlara ve pencere önlerine konan çiçeklerin bile anlam ve işaretleri varmış. Farklı renklerde konulan çiçekler, o evde, hasta veya evlenme çağındaki genç bir kızın olduğuna işaretmiş, böylece yoldan geçenler bir hastayı veya bir genç kızı rahatsız edebilecek konuşmalardan, tavırlardan kaçınırmış.
Başka bir incelik de kasaplık yapan bireylere, altı ayda bir izin verilerek, izne ayrılan kasapların bahçıvanlıkla uğraşmaları sağlanarak yapılırmış. Böylece, sürekli etle uğraşan, kesip, biçen kasapların merhameti azalabilmiştir diye devlet tarafından insani duyguların yeniden kazanılması sağlanırmış.
Sanatı her alanda yaşatmaya çalışan Osmanlı’da; ebru, hat, tezhip gibi klasik sanatlarımızda çiçeklerin özel bir yeri olduğunu ve çiçekler arasında gül, sümbül, lale karanfil, leylak, gelincik, erguvan, çiğdem, şebboy vesaire gibi çiçek motiflerinin sıkça kullanılmış olduğunu görmekteyiz.
Çiçek sevgisinin derinliği, geçmişten günümüze kültürümüzde var olan, olmaya da devam edecek bir sevgidir. Medeniyetimizi zenginleştiren çiçek yetiştiriciliği, Avrupa ülkelerine öncü olmamızı sağlamıştır. Birçok elçi, Osmanlı devletinde gördüğü çiçek yetiştiriciliğini kendi devletine taşıyıp uygulatmaya çalışmıştır.
Çiçekler, edebiyatta da konu veya sembol olarak, birçok anlamı barındırmıştır. Lale ile güle İslami anlamlar yüklenmiş, lale Allah’ı, gül Peygamberimizi simgelemiştir. Menekşe tevazuyu, karanfil sadakati, suyun üzerinde yüzen nilüfer, seccadesini suya sermiş dervişleri, sümbül bağlılık ve sonsuz sevgiyi, şebboy, gece açtığı için gece ümidini temsil ederek, edebi eserlerimizin süslenip derinleşmelerini sağlamışlardır.
Osmanlıların çiçekleri yaşattığı bir diğer alan da süslemelerdir. Evlerindeki halı, duvar süsü ve sandıklarda, hatta evlerin dış kapılarında bile çiçek motifleri varmış.
Çiçekleri öylesine seven, kıymet veren, yaşatan, yaşatılmasına vesile olan bir medeniyetin evlatlarıyız biz. Osmanlı’nın, milletimize kattıkları inceliklerden sadece birini teşkil eden çiçekçilik bile ne derin, ne muazzam ne anlamlı bir sevgi, bir uğraşıymış.
Çiçek sanatında en çok ilgimi çeken, Osmanlı’nın miras bıraktığı güzelliklere bir kez daha şahit olmama sebep olan “Gonca Gül”ün hikayesini sona sakladım.
Osmanlılar, genç yaşta vefat eden kızların mezar taşına gonca gülü işletirmişler. Kız çocuğu gonca bir güle, ölümü de gülün kırılmasına benzetilirmiş. Böyle zarif, böyle nazik bir milletin mensubu olduğumuz için gurur duymalıyız. İnceliği ve acıyı estetikle buluştururken bile bir güzelliği ortaya çıkaran dedelerimize ne mutlu.
“Çiçek seven bir millet idik. Bahçedekilerle iktifa etmez; evlere, cam önlerine dikerdik. Çocuğuna bakar gibi bakardı annelerimiz, ninelerimiz. Hatta kerli ferli adamların hobisiydi çiçek yetiştirmek. Elbiseler çiçek desenliydi. Sultan Fatih gibi ciddi bir şahsiyeti bile ressam elinde çiçek ile resmetmişti.
Kızlara çiçek ismi verilirdi. Beyler, sarıklarına çiçek iliştirirdi. Hanımların mezar taşları çiçek motifliydi. Hâsılı çiçek hem etrafı süsler hem de kalpleri yumuşatırdı. Osmanlı, bir çiçek medeniyetidir.”
-Ekrem Buğra Ekinci
Eskiden yere düşen çiçek bile saklanır, kitap aralarında kurutulurmuş. Biz, her şeyi böyle derinlemesine değerli kılan Osmanlı’nın torunlarıyız, bunu hatıramıza kazıyalım.
Erdemliğin, zarifliğin, mütevaziliğin yollarımıza çiçekler sermesi, edep ve nahifliğin, ömrümüzün her deminde çiçekler açtırması dileğiyle…
Müradiye ABDÜL
- Bu haber 11-05-2020 tarihinde yayınlanmıştır.