Ying Yang ve Türk Kuşu
Birçoğu bu köşemin adını neden “Karabeyaz” olarak seçtiğimi sorabilir. En evvela söyleyeyim ki bu ismi seçmemin doğrudan Beşiktaş futbol takımıyla bir alakası yok. Ama bu, Beşiktaşlı olmadığım anlamına gelmez. Tepeden tırnağa bir Beşiktaşlıyım. Yani bir tevafuk.
Peki o halde neden Karabeyaz? Kara kötülük, beyaz ise iyilik simgesidir. Biz insanlar iyilik ile kötülüğün bir arada var olduğu dünya denen bu aleme gelip sonunda terk ediyoruz. Olumsuz ile olumlu enerjilerin birbirine giriştikleri bu hayatımız hem çirkinliklerle hem güzelliklerle bezeli. İyilik ve kötülüğün arasındaki ilişkileri gözlemleyerek bu ilişkilerin neticesinde vuku bulan durumları tespit etmek niyetiyle çıktım bu yola.
Dünyamızda hem kötülük var, hem iyilik. Hangi tarafı tutacağı insanın kendi öz tercihidir. Her iyilikte bir kötülük, her kötülükte ise bir iyilik vardır. Karanlık aydınlığa tahammül edemez, bunun karşılığında ise aydınlık ışıkla savunur ve gerekirse saldırır. Samimiyet ile ikiyüzlülük arasındaki savaş gibi. Karanlık aydınlığa kafa tutmaya kalkışır, ancak aydınlık ta teslim olmaz asla. Bu savaş sadece dış dünyada değil, insanın içinde de yaşanmakta. Her insanın hem karanlık hem aydınlık yüzü vardır. İkisi arasında doğru yolu bulmaya çalışan insanın varacağı nokta kimleri ve neleri kılavuz alacağına bağlı. Bu yazdıklarımın bağlamında en önemlisi kötülük ile iyilik arasında dengenin var olması. Bu dengenin bozulması dünyanın sonu demek. Hatta her toplumun, her milletin, her devletin hem kara hem beyaz yönleri vardır.
Kara ile beyazın arasındaki mücadele ve dengenin sembolü Uzakdoğu dinlerinde “yin yang” olarak bilinir. Bu simge yuvarlak olup yarısı kara yarısı beyazdır, karanın içinde beyaz, beyazın içinde ise bir kara nokta vardır. Zannedersem bu işaret Japonya Zen Budizminde kullanılır. Aynı simgenin anlamı “karşıtlıkların savaşı ve birliği/bütünlüğü”dür. İyilik ve kötülük arasında kurulan münasebetler doğrultusunda kurulan güzel dünyamızın değerini bilsek ne güzel.
Böylesi anlayışlara göre dünyanın iyilik ile kötülük üzerinde kurulduğu öne sürülür. Şu tarz dini öğretilere “dualizm” denir. Japonya yanı sıra dualizm temelli dini inançlar İran’da da meydana çıkmıştır. Dualizm temelli doğu dinleri arasında Zerdüştlük ve Manilik de sayılabilir.
Sözkonusu felsefenin “Yin Yang” dedikleri sembolune sıkça farklı yerlerde rastlayabilirsiniz. Evrensel bir mesaj taşıyan bu simge Japonya’dan tüm dünyaya bir derin anlam taşıyan sembol olarak yayılmış durumda.
Hollywood yapımı “Avatar” filminde baş kahramanlardan biri “Tanrı hiçbir tarafı tutmaz, O ancak dengeyi sağlamaya çalışır” der. Kanımca doğru değil! Allah her zaman iyinin yanındadır, kötülüğe ise sınırlı olanaklar ile sadece bir müddet zaman tanımıştır.
Velhasıl, kara ile beyaz arasındaki mücadeleden hareketle bir sonuca varmaktır niyetim “Karabeyaz” köşemde. İyilik ile kötülük arasında vuku bulan hadiseleri temelden irdeleyerek nihayetindeki sonucu tespit etmeye çalışıyorum. Bunu azcık olsun başarmış olursam bana ne mutlu. Amacım tarihte ve günümüzde dünya çapında yaşanan çatışmalara “karabeyazca” değineyim.
Çatışma ve birlik olgularının aynı zamanda bir arada yaşandığı güzel bir misaldir Makedonya. Osmanlı’dan kalma hoşgörülü bir ortam sayesinde biz bunu bugün yaşayıp hissedebiliyoruz. Farklı mantaliteye sahip farklı toplumsal gruplar zıtlıklara rağmen bir arada var olmayı beceriyor. Biz bunun içinde olduğumuz için pek fark edemiyoruz, ancak dışarıdan, yani distanstan bakabilenler çok daha ayan gözlemleyebilir.
Makedonya’nın konumuna bağlanarak herkesin bildiği ancak açıkça söyleyemediği temel bir konuya parmak basayım: İslam - Hıristiyan çatışması. Bu çatışma birinci haçlı seferinden başlayarak en yeni zamanlara kadar sürmüştür. Haçlı seferleri hatta günümüzde bile yaşanmakta. Avrupalı Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasındaki savaşlar tahminen 10. yüzyılda başlar. Son haçlı savaşı Varna’da olmuş ve kesin Osmanlı galibiyetiyle sonuçlanarak, bütün Avrupa kralları esir edilmiştir. Böylece Osmanlı Türkü Haçlıları Kudüs hayalinden uzun bir süre vazgeçtirmiştir. Dolayısıyla Makedonya, daha doğrusu Üsküp, Osmanlı hakimiyetine geçerek aydınlık barışçıl altın çağını yaşamaya başlar. Üsküp seferlerin hazırlandığı bir şehir olarak tarihe geçmiştir. Haçlı orduları hep buralardan geçmiştir.Makedonya şehirleri ve Osmanlı-kültür sanat yuvaları, maneviyat ortamını kapsayan ruhi havayı teneffüs, özgür düşünce ile vicdani hürriyetlerin geniş alan buldukları toprak parçası olarak bilinir.
Biz hem Batı Haçlılarının topraklarına, hem de İslam dünyasına yakınız. Bunu göz önünde bulundurarak bizler bu ezeli çatışma hattının tam ortasında, yani merkez konumundayız. Bunun farkında mıyız? Tarihin bize yüklediği sorumluluk ve görev ne kadar ağır olsa da, hayatta kalabilmek ve kimliğimizi koruyabilmek uğruna bunun farkında olup rotamızı kesin olarak belirlemeliyiz. Hem ferdi planda, hem toplm olarak. Dengeyi kurma vazifesiyle yükümlüyüz. Bunun nasıl yapılacağını tüm dünyaya gösterebilsek ne güzel. “Zıtlıkların savaşı ve birliği” mayamızda yok değil. Atalarımız beyazla karayı bir araya getirmeyi çok iyi bilmişler!
Bir Makedonya Türkü olarak kalbim Türkiye’de olup bitenlerle çarpıyor. Bu yüzden orada olup bitenleri heyecanla izliyorum. Türkiye’nin var olan küresel dengelerde akıllı ve doğru adım atmasını canla bekliyorum. Peki Türkiye bu dengelerin neresinde? Bence tam ortasında. Dengeleri iyi kavrayarak kara’nın değil, beyaz’ın tarafında olduğunu göstermelidir. Türkiye bölgenin barış garantisidir demekle hakikatten uzak kalmıyorum herhal.
Bilim aydınlıktır. Aydınlıktan yana olup azcık olsun bir bilim mevzusundan bahsedeyim. Antik Yunan yazarı Herodotos demiş ki “Tarih bilimlerin babasıdır”. Tarihi bilmek aydınlığa çıkaran bir yoldur. Ne yazık ki Türk tarihinin önemli dönemlerine ışık tutan Sırpça ve Makedonca yayınlanmış birkaç eserin hala Türkçeye tercüme edilmesini beklemeleri Türk tarihçiliğinin hala karanlıkta bulunduğuna işaret etmektedir. Mesela bu değeri paha biçilmez eserlerden birkaçını zikredeyim: Nedim Filipoviç’in “Şehzade Musa ve Şeyh Bedrettin”; Makedonya Bilimler ve Sanatlar Akademisinin düzenlediği “Balkanlarda Yörüklerin etnogenezi” sempozyumundan yayınlanan bildiriler kitabı; Antolyak ve Panov’un “Ortaçağ Makedonyası”; Popoviç’in “Dubrovnik ve Türkiye”, Matkovski’nin “Makedonya’da direniş”, vb.
Tarih bilimindeki böylesi eksiklikler yüzünden birçok konuda haklıyken haksız duruma düşüyoruz. Mesela Ermeni Soykırımı iddiaları. Ermenilerin tehciri sırasında Türk tarafında alman subayların da bulunduğu bilinmekte, oysa alman parlamentosu ermeni soykırımı yasasını kabul etti. Bir daha bizi yakından ilgilendiren konu: Balkanlarda Türklere yapılan zulümlerin tazminatını ödemelerine gelince T.C. Dışişlerimiz hala suskun.
Türk kuşu uyurdu. Demek ki herşey tamamdı. Herkes rahattı. Şimdiyse Türk kuşu havalanıyor ya, hem de yükseklere. İşte problem! Ne kadar daha yükseğe, o kadar kıyamet kopar. Alarm düğmelerine basılıyor hemen. Türk kuşu bir nevi Anka kuşu, yani Simurg. Kendi küllerinden yeniden doğar. Bu kuşa batıda Feniks adı verilir.
Ulu Önder Ata karanlık bir tünelde meşale yakarak apaydınlıkları yakalamak için sağlam zemin oluşturdu ve imkansıza imzasını attı. Bunun kıymetini bilmediğimiz sürece hep zorluklarla karşılaşmış oluruz.
Türkiye’yi yeni Suriye’ye dönüştürmek istediler. Şimdilik başaramadılar. Ev hesabı çarşı hesabına uymaz.Ve sanırım bu hayallerinden hala vazgeçmiş değiller. Ne zamana kadar? 2023 yılına kadar mı? Neden? Bu derin bir konu, şimdilik ayrıntılarına girmeyelim.
Yeni bir düğmeye basmalarını bekleyebiliriz. Gizli yollarla sevgili anavatanımızın halkını zehirleyerek kafa karışıklığı yapmak istiyorlar. Bundan sonra da iç savaş, yani kardeş savaşı. Beyaz ile kara birbirine karışmış. Beyaz kara olmuş, kara beyaza bürünmüş. Allah korusun!
Rifat Emin
- Bu haber 26-09-2016 tarihinde yayınlanmıştır.