Üsküp’lü Zeynel Abidin Cümbüş
Üsküp, Türk kültürüne çok sayıda pek önemli şahsiyetler armağan etmiştir. Türk şiirini Yahya Kemal Beyatlı’sız düşünebilir misiniz? Türklüğün önemli yuvalarından biridir Üsküp. Umut ederim ki, şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da bu yuvadan havalanan değerli ve nadir kuşlar Türk Gökyüzünü kendi öz uçuşlarıyla süsleyecek ve şereflendirecektir. 1392 yılı şehrimiz için bir milattır. Bu tarihten itibaren Üsküb’ün Türkçe kokan rengi ufukta boy göstererek Türk kültürünü bürüyen en kıymetli nüyanslardan biri haline gelmiştir.
Sultan Mehmed Fatih Han, İstanbul’un fethinin planlarını bu şehirde yapmıştır. Böylece bir çağın kapanması ve yeni bir çağın başlangıcı Üsküp Türklüğüyle doğrudan ilintilidir. Ancak bu gerçeğin farkında olan ve bu şerefe layık olmaya çalışan yeni nesillere ihtiyacımız var. Bunu evvela bu şehrin Türk ruhlu maneviyatı sayesinde gerçekleştirmiş olacağız. Bundan sonra, heryanlı bilgiye dayalı bilinçlenme yolunda ısrarlı adımlarımızın getireceği atılımlara imza atmayı hedef bileceğiz. Üsküp artık “Kaybolan şehir” değildir.
Gelgelelim, yakın tarihimizde Üsküp’ün bağrından kopan ve genç Türkiye Cumhuriyetinin ilk döneminde yıldızı parlayan bir şahsiyetin hikayesine bakalım. Zeynel Abidin adındaki büyük bir Türk kültür savaşçısını yad etmek amacıyla kaleme aldım bu yazımı. Bu Üsküplü hemşehrimiz hayatı ile eseriyle tüm dünya Türk kültürü ummanında ölümsüz bir yer edinmiştir diyerek abartmış olduğumu zannetmiyorum. Böyle olduğuna dair kanımı destekleyecek somut verilere yer ayırıyorum.
“Zeynel Abidin Cümbüş, 1881, Üsküp doğumlu olup, 1947 yılında vefat etmiştir. Cümbüş adlı müzik aletinin mucidi ve bir luthierdir.
İlk mektebi Üsküp'te okuduktan sonda Askerî Rüştiyeyi bitirmiştir. Tophane fabrikalarında uzun zaman ustalık yapmış, daha sonra İzmir'de Beyler sokağında dükkân açarak çalgı imalatına başlamıştır. İşini İstanbul'a naklettikten sonra, 1929'da ud benzeri ve alüminyum gövdeli yeni bir çalgı icad ve imal etmiştir. Bu çalgıya “cümbüş” adını bizzat Gazi Mustafa Kemal vermiştir. Madenî ve gür sesli bu çalgı Türk mûsikîsinin diğer çalgıları ile ses uyumu sağlayamadığından, sanat çevrelerinde tutulmamasına rağmen piyasa mûsikîsinde özellikle sahne ve gazinolarda çok yayılmış ve revaç bulmuştur. İlk yapım Cümbüşlerden birini Atatürk'e, birini de İran Şahı Rıza Pehlevi'ye hediye etmiştir. Cümbüş ile katıldığı Prag ve Kahire sergilerinde ödül kazanmıştır. Soyadının Mustafa Kemal Atatürk tarafından verildiği bilinmektedir.”
Büyük Ata’nın huzuruna çıkıncaya kadar bu çalgının adı yokmuş. Gazi Paşa sofra sohbetlerinde: “Her alanda yeniliği başardık, musiki hariç’’ diye yakınmaktaymış. Ama fazla beklemesi gerekmiyordu.
“14 Ocak 1930 günü huzura çıkan Zeynel Abidin Bey yeni bir çalgıyı Cumhurbaşkanı'na tanıttı. Alüminyum gövde ve ahşap sapıyla biraz udu andıran bu çalgının sesi çok gürdü. O tarihte elektronik ses düzeni olmadığı için çalgının sesinin uzaktan duyulması önemliydi.
Zeynel Abidin Bey'in oğlu Cemal'in sergilediği performansı çok beğenen Atatürk -aile tarihine göre- hemen o anda yeni çalgının adını koydu:
- Bu çalgı hangi meclise girse etrafa neşe saçar. Adı cümbüş olsun.
Zeynel Abidin Bey o kadar gururlandı ki, dört yıl sonra soyadı yasası çıktığında Cümbüş'ü aile adı olarak seçti.
Cümbüş'ün yaratıcısı Zeynel Abidin Bey icat ettiği çalgının adına yakışır renk ve tempoda yaşam sürdü. Genç yaşta Üsküp'ten İstanbul'a göçtüğünde mesleği kılıç ustalığıydı, tıpkı babası gibi silah üreticisiydi. Ne var ki Çanakkale Savaşı Zeynel Abidin'in kariyer çizgisini tamamen değiştirdi. Aile tarihine göre savaşta yeterince ölü gördüğüne inanan Zeynel Abidin, İstanbul'a döndüğünde silaha tövbe etti.
Şansını müzik aletleri üretiminde denedi. Önce hem ud, hem de keman gibi çalınan bir enstrüman üretti, ardından oğluyla birlikte sapı da büyüyen parçalı keman ve mandolini... Ama başarıyı cümbüşle yakaladı.
Zeynel Abidin'in yaratıcılığı kadar pazarlama dehası da ünlüydü. Daha 1930'lu yıllarda logosunu ihmal etmedi, sayısız yabancı fuara katılıp ödül aldı.
Dokuz kez nikah kıyan Zeynel Abidin, eski fotoğraflarından anlaşıldığı kadarıyla giyim kuşamına düşkündü, yakasından karanfili eksik etmezdi”.
“Zeynel Abidin bir çalgı satıcısı olarak çalışsa da, bir müzisyen olmasa da; çalgılara gönül vermiş, tasarlamış ve hep yeni arayışlar içinde olmuştur” diye yazılmış bu zat hakkında.
Gregoryen takviminin üçüncü milenyumu Türklüğün “hep yeni arayışlar içinde olmak” vasfına kucak açmış durumda. Bunun farkında olmak ve bu niteliğimizi yitirmemize sebep olabilecek her şeyi bertaraf etmek yegane yolumuzdur. Bu yolda Üsküp hep hayati önemden olmuştur ve olacaktır.
- Bu haber 20-06-2017 tarihinde yayınlanmıştır.